- 4.06.2013 00:00
Gezi Parkı direnişini sürükleyen ve acımasızca gazlananlar, birkaç gün içinde yüzbinleri harekete geçireceklerini biliyorlar mıydı? Tahrir’e çadır kuran bir avuç insan gibi, onların da pek umudu yoktu. Beden dilleri tedirginliklerini ele veren “Devlet ricali”, Tahrir ihtimalinden cidden korktular. En yukarılardan gelen talimatlar kesindi: Kalabalıklaşmalarını engelleyin! Bazen kelebek nezaketi ve keçi inadı, fil basiretsizliğini yenebiliyor ve muktedirlerin istemedikleri şeyler ansızın başlarına geliyor. İşte biz böyle bir tarihe tanıklık ettik, ediyoruz. Evvela bunu teslim edelim...
AKP’nin giderek artan kibir ve dışlayıcılığının, çok farklı kesimlerin özgürlüklerine müdahale etme heveskârlığının nasıl bir öfke yarattığını hep beraber gördük. Bu öfkenin, basit hedefleri olan bir akıl etrafında örgütlenmeyi başarmasının, AKP için çetin günler getireceğini öngörmek zor değil. Hayatlarında hiç siyasal eylemliliğe katılmamış onbinlerce gencin, kendi güçlerini fark etmeleri, yenilmezlik algısı yaratan “Tayyip”i yalpalatmaları, peşlerini kolayca bırakmayacakları bir siyasal sosyalleşme alanının kapılarını açtı.
Taksim’e hafta sonu bir milyondan fazla insanın aktığına inanıyorum. Bunların önemli bir bölümü de kentli orta sınıf ailelere mensuptu. Kadıköy, Beşiktaş yönünden gelenlerde bu nitelik daha ağır basarken, Mecidiyeköy, Okmeydanı taraflarından gelenler arasında AKP’lilerin ve BDP’lilerin kendi renkleri arasında sayabilecekleri gençler de vardı.
Kendi öfke ve kaygılarını Kemalist söylemle ifade eden, ama büyük çoğunluğu Kemalist yapılar tarafından örgütlenmemiş gençler de kabaca ikiye ayrılabilir. “Tribün siyasallaşmasını” alana taşıyan ve oradaki dil üzerinden Başbakan’ı hedef alan gençler. Diğerleri daha eğitimlilerdi. Aslında uzun zamandır CHP’li ailelerin, siyaseten edilgen olan gençlerini anlamaya çalışıyordum. Bu gençler, endişeli ve öfkelilerdi. Mevcut siyasi yapıları izliyor ama aktifleşmiyorlardı. Çok azı ebeveynleriyle eylemlere katılmayı tercih ediyordu. Öğrencilerim arasında da çoğunlukta olan bu kesim beraberce karşı çıkmanın tadını aldı. Apolitiklikle suçlanma tarihlerini sıfırlayan bir meydan okumanın parçası oldular ve bunu da çok sevdiler.
Dün Gezi Parkı’nda kaostan doğan benzersiz bir enerji vardı. Bu kaosa ilk tepkimin tedirginlik olduğunu itiraf etmeliyim: “Ya Kürtler veya başka bir gurup hedef alınırsa” endişesi. Örgütlü çok küçük bir gurubun çabası, hafif bir dalgalanma yarattı ama kimse bu tuzağa düşmedi. Başka eylemlerde Kürt karşıtı sloganlar atmayı alışkanlık hâline getirmiş yapılar, bu satırların yazıldığı âna kadar bu hataya düşmediler. Zaten o kadar kaotik ve enerji dolu bir ortamda hiçbir örgütlü yapı, diğerlerini manipüle edecek, yönlendirecek kapasiteye sahip değildi. Sağlam bir sezgiyle bundan da uzak durdular.
Yukarıda tribün siyasallaşmasına yatkın olduklarını söylediğim gençler de dâhil olmak üzere, ilk defa böyle bir eylemliliğe katılanların, sözgelimi feminist guruplara yönelik ilgileri sempati kelimesiyle özetlenebilir. Gençler, kendilerine “provokatör” olarak tanıtılan, uzak durmaları telkin edilen guruplarla yan yana geldikleri bu sınırlı zamanda dahi kimi benzerliklerini gördüler. Herkesin kendi sembol ve sloganlarıyla damgasını vurmaya çalıştığı bir ortamda benim gördüğüm; alanda yan yana gelmeyi başaranların sosyolojik benzerliklerini fark ettikleri ve bundan doğan enerjiden de memnun oldukları.
Uzun zamandır sistem dışı muhalefet yürütenlerin, bu gençlik dinamizmiyle ilişki kurmanın yollarını aradıkları, daha etkin biçimde arayacakları bir döneme girebiliriz. Hayatında ilk defa siyasal bir eyleme katılan gençlere, tribün siyasallaşması özellikleri gösteriyorlar diye burun kıvırma lüksleri yok. Daha önce vurguladığım gibi, bu gençler arasında çok okuyan ve hayata dair hümanist refleksler geliştirenlerin sayısı hiç de az değil. Bunu öğrencilerimizden gözlemleme şansına sahibiz. Bu gençlerle etkileşimin yollarını aramak, sanırım sahici bir demokratlıkla ve dinlemeyi öğrenmekle olabilir.
AKP’lilerin kendilerinden saydığı, daha çok “varoşlardan” gelen gençlere gelince; bu gençlerin Taksim’deki enerjiden etkilendikleri, güçlü hissettiren, insan yerine konulmalarını getiren radikal siyasal eylemlerin büyüsünden o kadar da uzak olmadıkları açık. Onların, “Baba” otoritesinin sağlam görünen kalesinde gedik açmaktan duydukları özgürlük pırıltısına dikkat edin. Zira Taksim’deki mizah dolu yazılamaların önemli bir kısmını bu gençler yarattı. “De Gaulle’leşen Erdoğan’a” ve giderek renksiz, kokusuz bir otoriterliğe savrulan iktidara karşı, yaratıcı bir özgürlük mücadelesinin büyüsüne kapılacak bir gençlik gördüm ben. Özgürleşmenin dikenli yolları, kapsayıcı bir yaratıcılıkla örülebilirse, sadece İstanbul’u değil, elimizden paranın çaldığı hayatı da geri alabiliriz...
ytaskin@marmara.edu.tr
http://www.taraf.com.tr/yuksel-taskin/makale-de-gaulle-lesen-erdogan-a-karsi-gezi-ye-cikan.htm
Yorum Yap