- 2.06.2013 00:00
Türkiye’de geniş bir kesimin bölgeye dair algısı, “Ortadoğu batağına düşmeyelim” ifadesiyle özetlenebilir. Ne var ki “bedeni” zaten Ortadoğu’da olanların, bunu inkâr ederek bölgeden etkilenmemeleri mümkün değil. Ortadoğu’da yaşananların Türkiye’yi her zamankinden daha fazla etkileyeceği bir döneme çoktan girdik. Mesele buranın yerlileri olarak, bölgemizde mevcut gerilim alanlarına nasıl yaklaşacağımızdır. Önce bu gerilim alanlarını anımsayalım:
Dinî-etnik çoğunluklar ve azınlıklar arasındaki gerilimler. Bunlardan bağımsız görülemeyecek bir başka gerilim, laik-modernistlerle İslamcılar arasında yaşanıyor. İsrail, Filistin ve Arap ülkeleri arasında yaşanan mücadele de, ABD gibi küresel güçlerin bölgeye müdahale etme tarzlarını belirliyor ve diğer gerilimleri de şiddetlendiriyor. Soğuk Savaş döneminde dünya ortalamasının üç katı silahlanma harcaması yapılan Ortadoğu’nun bu özelliği çok değişmeden devam ediyor. Neo-liberal dönüşümler sonucunda piyasa güçlerinin keyfiliğine terk edilen yoksulların ve ülkelerindeki “yaşlılar hâkimiyetine” isyan eden gençlerin öfkeleri de bu listeye eklenebilir...
Ortadoğu’da Şiilik ve Sünnilik arasında giderek şiddetlenen bir mezhep savaşına çoktan yuvarlandığımız gerçeğini kabul etmeliyiz. Bu süreç önce Irak’ta başladı, devam ediyor. Şiilere yönelik El-Kaide bağlantılı acımasız şiddete, Şii örgütlerin de karşılık vermeleriyle Irak’ta onlarca insanın öldüğü patlamalar “rutin” hâline geldi. Suriye’de yaşanan iç savaştaki mezhepsel saflaşmalar da yangına körükle gidilmesini doğurdu. Kimse Türkiye’nin mezhep kaynaklı gerilimleri aştığı yanılsamasına kapılmasın...
Tüm bu süreçte Müslümanların, “İslam adına gerçekleştirilen şiddete” gür sesle, “amasız, fakatsız” tepkiler verdiklerini savunmak mümkün değil. Bölge halklarının, tüm meseleleri Batı’ya havale ederek, kendi sorumluluklarıyla yüzleşmekten kaçınma eğiliminde oldukları malum. Irak’ın Hıristiyan azınlıklarının neredeyse tamamının ülkeden kaçmak zorunda kalmalarını da mı “Batılı Haçlı zihniyetiyle” açıklayacağız? Benzer bir kaçış, Suriye’de de yaşanmaktadır. Bir zamanlar dünyanın en canlı çok-dinli ve çok-kültürlü bölgelerinden olan Doğu Akdeniz’i elbirliğiyle kuruttuk. Buradaki renkli hayatın sembolü olan Lübnan’da yarattığımız trajedi yetmemiş olacak, yeni Lübnanlar yaratmakla meşgulüz.
Bu konular gündeme geldiğinde insanlar, şöyle bir soluk alıp “hümanist” tepkiler vereceklerine, bölgede “İran merkezli Şii ekseninden” veya “ABD’nin bölgesel çıkarlarından” bahseden“renksiz kokusuz Realistlere” dönüşmekteler. Ülkemizde herhangi bir kahvehaneden, bir üniversitenin uluslararası ilişkiler bölümüne kadar bu gayrı-insani realizmin hâkim olduğu kara bir iklim yaşanmakta. Tam da bu bakış tarzı, yukarıda bahsedilen gerilimlerin kaynağında sadece “devlet çıkarlarının” yatmadığını, ortada bir de zihniyet meselesinin olduğunu gösteriyor.
İç karartıcı bir örnek vermek gerekirse; ABD’de bir hafta boyunca her gün Kuran yakan rahiplerin ortaya çıktığı bir provokasyon yaşandığını düşünün. İslam dünyasının buna verdiği tepkilerin ne kadar kontrolsüz olacağını, çok sayıda insanın öleceğini maalesef öngörebiliriz. Küresel köyümüzde, kanlı tepkilerin buralarla sınırlı kalmayıp, sözgelimi, Londra’ya kadar sıçrayabileceğini daha önce deneyimledik. Peki, küresel sistem, böyle bir provokasyonun ateşini düşürebilecek fren mekanizmalarına sahip midir? Küresel sistemin temel kurumlarını yöneten seçkinlerin bizzat İslamofobiden dolayı körleştikleri bir iklimde bu ne kadar mümkündür?
Dikkat edilirse, madalyonun iki yüzündeki zihniyet meselelerine vurgu yapmak istiyoruz: Müslümanların “İslam adına şiddete” yeterince tepki göstermemeleri ve özellikle Batılı seçkinlerin İslamofobiden dolayı, özellikle Ortadoğu’ya yönelik yanlış tepkiler vermeleri veya yaygın bir kayıtsızlığa savrulmaları.
Suriye’deki iç savaşa buradan baktığımızda, bu zihniyet probleminin nasıl “kendi kendisini doğrulayan kehanete” dönüştüğünü de görebiliriz. Esad’ın gitmesiyle İslamcıların iktidara gelmesinden ürken ve sonuç verici bir politika oluşturamayan devletler, süreç uzadıkça köktenci İslamcıların güçlendikleri, belki de iktidara geldikleri bir yolun taşlarını da kendi elleriyle döşemiş oluyorlar. Can pazarına düşmüş bir halka, “aranıza şu şu savaşçıları almayın!” diyerek, uzaktan ayar vermeye çalışmanın ne kadar “realistçe” olduğunu da varsın Realistler açıklasın...
ytaskin@marmara.edu.tr
http://www.taraf.com.tr/yuksel-taskin/makale-ortadogu-en-kotu-senaryoya-hazir-miyiz.htm
Yorum Yap