- 12.08.2012 00:00
Star gazetesi bir süredir Necip Fazıl’ın Büyük Doğu dergisinin tıpkıbasımlarını veriyor. Arşiv meraklıları için bulunmaz bir hazine. Ama bu promosyon için bulunan slogana bakılırsa anlaşılan sadece arşivler için değil dergi. Gazete dergiyi “Büyük Türkiye idealinin kaynağı Büyük Doğu dergisi” olarak duyuruyor.
Büyük Türkiye idealiyle kast edilen herhalde AK Parti hükümetinin Türkiye’si. Bu iktidarın ana gövdesini oluşturan pek çok ismin Necip Fazıl’ın bir şekilde rahle-i tedrisinden geçtiği malum.
Ama herhâlde o günkü Necip Fazıl, bugün talebelerinin iktidarındaki Türkiye’yi görse “işte benim hayalimdeki Türkiye” demezdi. Onun kapaktan Mao’nun Çin’ine bile selam gönderdiği Asyacılığı bugün herhâlde bir tek Ergenekon davasında ve İşçi Partisi’nde temsil ediliyor. Çok rahat antisemitik ilan edilebilecek dilinin yanında Akit bile Taraf gibi kalırdı.
Peki, Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’sunu Büyük Türkiye idealinin kaynağı yapan ne olabilir? “Büyük Türkiye mefkûresi işte budur” yazan bir kapağında göğe birlikte uzanan minareler ve fabrika bacalarından ibaret bir Faustvari kalkınmacılık mı?
Belki, Kemalist sistem ve laik kamusal alanın karşısında inatla bir Müslüman kamusal ses çıkarma azmi, daha fazlası değil. Daha fazlası olsaydı, yani Büyük Doğu gerçekten Büyük Türkiye idealinin kaynağı olsaydı, tıpkıbasımları değil kendisi piyasada olur, entelektüel ve sosyal hayatta romantik değil somut bir karşılığı olurdu.
O hâlde esas soru “Büyük Türkiye ideali” için neden hayalî ideologlar ve referanslar yaratılmaya çalışıldığı.
Bir süredir İslami kesimde AK Parti’nin hem iktidar hem de muktedir olmasının, hem de bu sırada 90’lı yılların şiddetli yağmurlar altında beraber yüründüğü liberallerle kopan iplerin ardından gelen bir özgüvenle daha önce daha kısık sesle ifade edilen bir ses yükseliyor: Artık kendi sözümüzü söyleyelim.
Bundan kasıt “artık şu liberallerin peşinden gitmeyi bırakalım, kendi İslami siyasi projemizi ve sözümüzü ortaya koyalım”.
Bu sesi daha görünür kılan basında pek sık görülmeyen bir kalitede süregiden İslamcılık tartışması oldu. Bu tartışmaların Taraf’taki sosyalizm tartışmalarından daha heyecan verici ve güncel bir yere temas ettiğine kuşku yok.
Ama bu tartışmaya ancak arabayı ata koşturmak denebilir.
90’lı yıllar boyunca İslamcı camianın temel derdi İslam’ın demokrasi ve modernizmle çelişmediğini ispattı. Belediyeler bunun için uluslararası konferanslar düzenledi, dergiler özel sayılar çıkardı, televizyon tartışmalarında dindarlar katı laik hasımlarını liberal-demokrat değerlerle köşeye sıkıştırdı, başörtüsüne özgürlük mini eteğe özgürlükle meşrulaştırıldı, Abdurrahman Dilipak ile Toktamış Ateş yapışık ikizler hâline geldi.
Bu dalga, 28 Şubat’ta tankların önüne çıkarıldığı Refah Partisi’nden liberal bir Fazilet Partisi ondan da bugün iktidar saflarında en önde çarpışan İslamcı yazarların bile, kurulduğu günlerde “Yeni Dünya Düzeni’nin bir oyunu” diye kitaplar yazdığı AK Parti’yi doğurdu.
AK Parti girdiği bütün seçimlere liberal-demokrat bir programla girdi, o programlar 30 yıllık Milli Görüş’ün aldığı en yüksek oyu birkaç yılda ikiye katladı.
Bu 10 yıllık iktidarda AK Parti ve çevresi İslamcı bir gündemleri olmadığını anlatıp durdu, başörtüsü tartışmaları, kapatma davası gibi en kriz anlarında dindarlar kamusal alanda liberal-demokratlarla sırt sırta ve onların argümanlarıyla mücadele etti, o argümanlarla meşruiyet devşirdi.
Mücadeleler böyle böyle kazanıldıktan sonra gün geldi, iktidar muktedir oldu ve İslamcılık hepimizin gözleri önünde olan biten tüm bu değişimin esas motoru, entelektüel gücü olarak hatırlanıveriyor.
İşte buna ancak arabayı ata koşmak denir.
Eğer yeniden ihya edilmeye çalışılan sömürge sonrası bir dünyadan seslenen Seyyid Kutupların,Mevdudilerin, Hasan El Bennaların post-kolonyal İslamcılığıysa o artık sonunda iktidara gelen Müslüman Kardeşler’in üzerinde bile yeni CHP’nin Kemalizm’i gibi omuzlara çökmüş manevi bir yükten başka bir şey değil. O post-kolonyal İslamcı dalgadan geriye herhâlde At Pazarı’ndaki “Hey ümmet woaw süpermiş ARO” nesli için bile “Tekbir, Allahu Ekber” sloganından başka bir şey kalmadı.
İran Devrimi’nden sonra ortaya çıkan siyasal İslamcı dalga ise ondan da geriye Esed’i destekleyen, Humeyni’nin Başbakan’ını içeri atan İran kadar bir şeyler kaldı.
Şayet bugün referans alınan ve ihya edilmeye çalışına Namık Kemallerin, Ali Suavilerin,Muhammed Abduhların, Afganilerin, Akiflerin ilk dönem İslamcılığıysa onun zaten ihyaya ihtiyacı yok.
Liberté’yi hürriyetle, meclisi şûrayla, demokrasiyi meşveretle (tercüme etmeyen) yeniden keşfeden ve anlamlandıran o İslamcıların çizgisi 100 yıldır bu coğrafyada siyasetin ana çizgisi olarak yaşıyor. O yüzdendir ki bu ülkede ilk Meclis’in arkasında “Ve şavirhüm fi’l-emri” “İstişare Ediniz” ayeti asılıydı. O yüzden bu ülkede dindarlar bu katı laik devlete karşı, İslamcı partilerle değil merkez sağ partilerle, şeriat talebiyle değil demokrasi talebiyle var oldu ve mücadele ettiler.
Yani boşuna arabayı ata koşturmaya çalışmayın, o atlar uzun yıllardır o arabayı son sürat koşturuyor zaten...
yildirayogur@gmail.com
Yorum Yap