- 19.10.2015 00:00
80’li
90’li yıllarda Türkiye’de herhangi bir olay olduğunda olayla ilgili ilk
Doğu Perinçek basın toplantısında muhakkak gizli bilgiler, belgeler,
iddialarla karşılaşırdı kamuoyu. Sonra o belgeler iddialar bir süre de
Perinçek’in dergilerinde, gazetelerinde döndürülürdü. Sonra yeni bir
olay, yeni belgeler, iddialar…
Doğu Perinçek basın toplantısında muhakkak gizli bilgiler, belgeler,
iddialarla karşılaşırdı kamuoyu. Sonra o belgeler iddialar bir süre de
Perinçek’in dergilerinde, gazetelerinde döndürülürdü. Sonra yeni bir
olay, yeni belgeler, iddialar…
Herhalde bu istihbarat
geleneğinin yaşayan en önemli ismi Eren Erdem. İran’la Türkiye savaşsa
İran’ı tutacağını açıklamış, Rebeze diye kültür merkezi açmış, ki
kirasının nasıl ödendiğiyle ilgili Selam/Tevhid soruşturmasında kendi
ağzından iddialar var, birinin nasıl cemaatin çikolata kutularında haber
servis ettiği bir 17/25 Aralık tape gazetesi çıkardığının hikayesi
burada anlatılmıştı. http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yildiray-ogur/584389.aspx.
CHP vekillik kariyerini sayısı artık bilinmeyen yeni bir yalancı çobanlık hikayesiyle başlayan Erdem’in http://www.haksozhaber.net/eren-erdemden-ilk-icraat-ilk-yalan-63104h.htm, son performansı Meclis’te bir basın toplantısıyla açıkladığı Ankara Katliamı ile ilgili belgeler.
Hikayenin
başını anlattığımız için bu ‘belgelerin’ neden ve nereden Eren Erdem’e
geldiği hakkında herhalde kimsede bir şüphe yoktur.
başını anlattığımız için bu ‘belgelerin’ neden ve nereden Eren Erdem’e
geldiği hakkında herhalde kimsede bir şüphe yoktur.
Cumhuriyet
Gazetesi’nin iki gündür “Kırmızı Cumartesi; yapılacağını herkesin
bildiği katliamın dinleme kayıtları” diye dev puntolarla verdiği
belgelerde ne var peki?
Haberden okuyalım: “2013 yılın
sonlarına doğru Ankara’daki bombalı eylemi gerçekleştiren Ömer Deniz
Dündar’ın ailesinin de aralarında bulunduğu bir grup ailenin
çocuklarının IŞİD’le bağlantıları nedeniyle Başbakanlık BİMER’e ve
Cumhurbaşkanlığı’na başvurmuşlardı. Bugün gün yüzüne çıkan belgelere
göre, bu başvuruların ardından Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığı bir
soruşturma başlattı. Soruşturma çerçevesinde çok sayıda kişi teknik
takibe alındı, telefonları dinlendi.
Dinlemeler sonucunda Adıyaman’da
IŞİD’le bağlantılı Dokumacılar hücresi deşifre edildi.”
Yani katliamın emrini vermek ya da daha kibarcası göz yummakla suçlanan hükümetin ailelerin şikayetlerini savcılığa taşımasıyla…
Eren Erdem ve Cumhuriyet’in yayınladığı tapeler bu soruşturma sırasındaki telefon tapeleri.
Telefon
görüşmelerinin en eskisi 29 Ekim 2013’e ait. Ekim-Kasım-Aralık 2013’e
ait telefon tapelerinde telefonun bir ucunda grubun 1988 doğumlu lideri
Mustafa Dokumacı var. Peki Dokumacı nerede bu telefon görüşmeleri
sırasında? Bütün konuşmalardan anlaşılacağı gibi Suriye’de. Hatta yalnız
da değil, grubuyla birlikte Suriye’de IŞİD cephelerinde savaşta.
Telefonun diğer ucundaki kişi Türkiye’de. Ama kasım 2013 tarihindeki
görüşmeye bakılırsa, gruptan burada kalanlar da Suriye’ye geçmişler o
tarihte:
M.D: Buraya mı?
X: He he biz gidiyoruz şeye hem de hepimiz yani güç kalmıyor burda (...) kalacak sadece burda.
M.D: Hee bizden.
X: Hepimiz savaşa gidiyoruz.
M.D: Hepimiz mi?
X: Hee ben (...) aradım söyledim ki biz gitmek istiyoruz savaşa.
Muhtemelen
Türkiye devleti de diğer pek çok Batılı devlet gibi IŞİD sempatizanı
olan vatandaşlarından kurtulmak için onların Suriye’ye gidişini izlemeyi
tercih ediyor.
Peki, Suruç ve Ankara’daki katliamları yapan canlı bombalar olan Alagöz kardeşler?
Onların
büyük ağabeyi, Ankara’daki canlı bomba Yunus Emre Alagöz 2014 yılı
temmuzunda Adıyaman’a dönüyor, İslam Çay Ocağı’nı açıyor. 2.5 ay açık
kalan grubun toplanma merkezi olan çay ocağı yine ailelerin şikayeti
üzerine iki kez basılıyor, 6-7 Ekim olaylarından sonra da AK Partili
Adıyaman Belediyesi tarafından kapatılıyor.
Adıyaman’da kendi
halinde yaşayan ortanca kardeşlerinin Suruç Katliamı’ndan sonra verdiği
ifadeye göre Yunus Emre Alagöz Ocak 2015’te, Suruç’taki canlı bomba
küçük kardeş Abdurrahman Alagöz de Mart 2015’te evi terk edip Suriye’ye
gidiyor.
Eren Erdem’in açıkladığı ve Cumhuriyet’in yayınladığı
ikinci telefon tapeleri bu tarihten sonraki tapeler. Emniyet hâlâ grubu
dinlemede. Telefon tapelerinden anlaşılacağı gibi Yunus Emre Alagöz
konuşmayı yaparken hâlâ Suriye’de, IŞİD’le birlikte cephede savaşıyor,
bu işlerle alakası olmayan kardeşi ise Adıyaman’da.
Mayıs 2015
tarihli görüşmelerde IŞİD’çi ağabey kardeşini de “Vallahi burası kadar
..... bir yer yok.
Burası kadar güzel bir yer yok. İki tane kardeşi
gömdük tez hemen gömdük gittiler abilerine kavuştular” diye IŞİD’in
“devletine” çağırıyor.
Suriye’deki IŞİD’çi ağabeyle,
Adıyaman’da bu taraklarda bezi olmayan kardeş arasındaki bu konuşmalarda
“canlı bombalı eyleme” en yakın görüşme şöyle:
“Tamam valla
onlarla ilgilen Y. bu belki seninle son görüşmem Allahu alem muhtemelen
son görüşmemiz. Hem Abdurrahman’ın hem benim inşallah tamam dedim bir
arayım görüşeyim inşallah Allah için sana vasiyetim yani aileye sahip
çık Yusuf...”
Eren Erdem ve Cumhuriyet’e göre bu sözlerin
manasını yine haberden okuyalım: “Yunus Emre Alagöz’ün Mayıs 2015’te
kardeşiyle yaptığı telefon görüşmesinin 'intihar eyleminin
habercisi' olduğuna dikkat çeken Erdem, Alagöz’ün nerede olduğunun
ilerleyen süreçte 'muammaya dönüştüğünü' söyledi...”
Sürekli savaş alanında olan birinin sözleri neden olmasın bunlar.
Ayrıca
nerede oldukları da muamma değil, neredeyse bütün görüşmelerden
anlaşılacağı üzere Suriye’deler. Canlı bombalı eylemden şüphelenilse
bile bunun Türkiye’de yapılacağı nereden çıkarılabilir?
Peki
bu haber ve servis edilen tapelerden Cumhuriyet’in dediği gibi
“yapılacağını herkesin bildiği katliam” ya da Eren Erdem’in dediği gibi
“Bu belgeler, sizin bu ülkenin halkına duyduğunuz nefretin, bu ülkenin
nesillerinden nefret ettiğinizin belgeleridir. MİT’in başkanı, Emniyet
İstihbarat’ın başkanı ve tüm sorumlular istifa etmek zorundadır” çıkar
mı?
Türkiye’de herhalde bütün bilinen PKK’lılar,
DHKP-C’lilerin telefonları dinlemededir. Peki PKK ve DHKP-C telefonları
dinlemede olduğu için eylem yapamıyor mu?
Evet bu hücre
Adıyaman’da ortaya çıkmış. Orada örgütlenmiş. İstanbul’da DHKP-C’nin,
neredeyse bütün bölgede PKK’nın legal illegal onlarca evi, hücresi,
merkezi, buluşma yeri olduğu gibi. IŞİD’in henüz popüler olmadığı erken
vakitlerde soruşturma başlamış, grubun üyeleri Suriye’ye geçmiş,
merkezleri kapanmış.
Bu örneklerde dinlenen IŞİD’lilerin hepsi
Suriye’de. Verilen tapelerde Türkiye’ye giriş yapacakları, eylem
yapacaklarıyla ilgili herhangi bir bilgi de yok.
Yani bu tapelerden “katliamı biliyorlardı” çıkarmak için epey kötü niyetli olmak lazım.
Peki
ne çıkar buradan? Mesela polis bu dinlemeleri devletin diğer
kurumlarıyla paylaştı mı? Bu adamlar eylem yapmak için sınırdan kaçak mı
yoksa pasaportla mı girdi gibi bilgilerle desteklenirse o zaman ihmal
çıkar.
Yoksa Emniyet’in dinleme tapelerini açıklayıp beş kere
“MİT başkanı istifa etsin” diyen CHP’li vekillerin eline belge
tutuşturmakla ancak katliam örtbas edilir.
Tabii bir de
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı gibi telefonlarının dinlendiğini
anlayan zanlılardan biri kaçar, Suriye’de bu gruptan kalıp
Hâlâ telefonları dinleyenler de uyanır, telefonlarda konuşmayı
bırakırlar.
Paris’in ortasında yıllarca tehdit edilen bir
dergiyi basan Kouachi Kardeşlerden büyük olanı 2005 yılında Irak’ta
cihadi gruplarda savaşmaya giderken yakalanıp hapse atılmış, sonra
tahliye edilmiş bir şüpheliydi. Yine gidip Yahudi marketini basan
Kolibali de hapiste onunla tanışarak en sonunda IŞİD’e varan yola
çıkmıştı. Bu hikayeden Fransız istihbaratının ve emniyetinin
beceriksizliğini çıkaran oldu, çok da eleştirildi Fransız istihbaratı
ama kimse buradan “Yapılacağını herkesin bildiği katliam” “katil devlet”
“halkından nefret edenler” “Elysee’ye bağlı Gladio”ya varacak kadar
meczuplaşmadı.
Çünkü orada bu işleri takip edenler sadece
gazetecilik yapıyor, sahiden sorumlu bir siyaset adamı gibi davranıyordu
ve hiçbiri bir dinî cemaatin son sürüm kullanışlı aptalları değildi.
Bereday bereday haberler...
Dine
bereday Kürtçe’de “başıboş, deli” demekmiş. Bu kelimelerle Türkiye,
Ankara katliamından sonra karşılaştı. Patlamadan 9 saat önce
“Bomba, Ankara’da patlayacak” tweeti atan @drbereday (Dinebereday) adlı
kullanıcı ile.
bereday Kürtçe’de “başıboş, deli” demekmiş. Bu kelimelerle Türkiye,
Ankara katliamından sonra karşılaştı. Patlamadan 9 saat önce
“Bomba, Ankara’da patlayacak” tweeti atan @drbereday (Dinebereday) adlı
kullanıcı ile.
Patlamadan hemen sonra, bomba
patlayabileceğinden bahseden iki twitter hesabından birisi dinebereday.
Devlet, Twitter’a başvurdu, 36 saat sonra Twitter @drbereday adlı
kullanıcının IP numaralarını verdi. Dinebereday Diyarbakır’da gözaltına
alındı.
Herhalde telaşla hesabını kapattığı için bu tweetleri
hangi bağlamda yazdığı anlaşılamadı. Ve Sonra başladı dineberday kimdir,
kimlerdendir konulu savaşlar.
Emniyet kaynaklı olduğu
anlaşılan haberlere göre dinebereday Demirtaş’ın sosyal medya
danışmanlarından biriydi. HDP toplantılarında, HDP bayrağı Kandil’de,
hatta Öcalan’la çocukken çekilmiş fotoğrafları çıktı.
Ama ne tuhaftı ki o fotoğraftaki bıyıklı adam @drbereday değildi, M.P adlı gözaltına alınan başka bir kişiydi.
Daha
sonra devreye PKK girdi. ANF'de çıkan haberde @drbereday hesabının
sahibi olan doktor E.Ö. yerine yine Diyarbakır’da doktorluk yapan başka
bir E.Ö.’nün açık adı, TC kimlik nosu hatta çalıştığı hastane bile
yazıldı. Tabii ki MİT’çi olduğu iddia edilerek.
MİT’çiliğine
delillerden en önemlisi de İlhami Işık’ın Twitter’dan onu tanıdığını
açıklamasıydı.
PKK’lı hesaplar sosyal medyada @drbereday’ın MİT’çi bir
AKP’li olduğunu yaymaya başladılar.
Cemaat boş durur mu?
Cemaatin zehir hafiyesi Emre Uslu da yine MİT’çi olduğuna emin olduğu
İlhami Işık bağlantısı üzerinden katliamı AKP’ye yıkarak kendisine ait
istihbari saçmalama rekorunu egale etti.
Sonunda @drbereday sorgu için Ankara’ya götürüldü ve gerçek anlaşılıp serbest bırakıldı.
Aslında
@drbereday 12 Eylül’ün epey zulmünü görmüş DDKD’li bir öğretmenin
oğluydu. Barzani çizgisine yakındı. Sadece Twitter hesaplarında
PKK’lılar için yazdığı zaman zaman küfürlü sözleri görmek bile bunu
anlamak için yeterliydi. Diyarbakır’da herkesin tanıdığı bir aile
hekimiydi. İnsan Hakları eğitimleri alan, TBMM İnsan Hakları
Komisyonu’nun Diyarbakır ziyaretinde görüşlerine başvurduğu şiddetle
ilgisi olmayan biriydi.
Gerçek adıyla Google’da tarama yapınca
bunu en iyi bilmesi gerekenlerden birinin Diyarbakır İHD başkanlığı
sırasında pek çok ortak toplantıda bulunduğu Selahattin Demirtaş olması
gerektiği görülüyor. Ama katliamın beşinci dakikasında katilin iktidar
olduğunu iddia eden Demirtaş, Doktor Bereday için örgütünün resmi
çizgisi dışında ancak birkaç kem küm laf edebildi.
Kötü bir
zamanlamayla yapılmış tutan bir tahmindi. Aslında. Yüzbinlerce siyasi
mesajın atıldığı sosyal medyada o yüz binlerce mesajdan birinde Suruç
Katliamı’ndan sonra, Ankara’daki mitingde de bomba patlayabileceğini
yazan bir öngörü tabii ki dikkatleri çekmişti
Sorgulanması,
ifadeye çağrılması da doğaldı. Ama bu tweeti suç yapacak başka bir
delil, bir bağlantı tespit edilemediği için bir süre sonra serbest
bırakıldı. Ama bu arada üç koldan ortalığa dökülen kirli bilgi bugün
bunca iletişim kanalına rağmen hakikati bilmenin ne büyük bir lüks
olduğunu yeniden hatırlattı. Ve sosyal medyanın ne kadar tehlikeli
olduğunu da...
Yorum Yap