- 16.12.2014 00:00
Ekip-1 Nizama Adanmış
Ruhlar STV’nin pro-polis, Türkiye gündemini birebir takip edip mesajlar
veren dizilerinden biri. Dizinin senaryosunu kanalın benzer dizilerinin
senaristi Nakkaş yazıyor. Bu dizilere bir muvazzaf polisin de senarist
olarak destek verdiğiyle ilgili haberler çıkmıştı. 2011’de o dizilerden
biri olan Kollama’da Zekeriya Öz’ün görevden alınacağı önceden bilinince
küçük çaplı bir gürültü de kopmuş, tesadüf işte denip geçilmişti.
Nizama
Adanmış Ruhlar dizisinin 2014 yılı Mart ayında yayınlanan 63.
bölümünde başka tuhaf bir şey oldu. Suriyelilerin kaldığı kampları
ziyaret eden bir Türk generalin öldürülmesini araştıran Ekip bir sahnede
bilgisayar başında oturmuş, İnterpol kayıtlarında fotoğrafları
taramaktadır. Kamera bilgisayar ekranından geçen fotoğrafları
göstermektedir. Bir kısmı çok hızlı geçer, seri katil tipli bir
fotoğrafın hemen ardından ekrandan takım elbiseli kravatlı bir adamın
fotosu geçer sonra diğer fotoğraflar ve sonra o takım elbiseli adamın
fotoğrafında bilgisayar durur, ekranda net bi şekilde fotoğraf
gösterilir ve ardından hiçbir şey olmamış gibi başka bir sahneye
geçilir…
İşin tuhafı ekranda fotoğrafı Interpol’ün aranan
suçlular taramasında çıkarılan kişi gerçek bir kişidir. Rize Ticaret ve
Sanayi Odası Başkanı Şaban Aziz Karamehmetoğlu.
Peki nasıl olmuştur onun internette ticaret odası sayfasındaki fotoğrafı STV’nin bir dizisinin içine suçlu olarak girmiştir?
Ticaret
Odası Başkanı'nın yakın zamanlarda dershane tartışmalarında Rize’deki
cemaat derneklerinin yayınladığı bir bildiriye imzası habersiz
eklenince, bunu tekzip eden bir açıklama yapmaktan başka cemaatle bir
sürtüşmesi olmamış.
Dizinin bu bölümünden haberdar olduktan sonra
zorlukla ulaştığım STV’deki yapımcılar ise biraz da öfkeyle bunun bir
yanlışlık olduğunu söyleyip, ticaret odası başkanından özür dileyerek
dizinin içindeki o beş saniyelik görüntüyü çıkarmışlardı. (O yüzden
linkte 58.33’ten sonra olan o görüntüyü göremiyorsunuz
http://www.youtube.com/watch?v=wCbQ45l4ikU, neyse ki capsleri var.)
Diziler
üzerinden cemaatin mesajlarının verildiğinin pek çok örneğini gördük.
Gazetecilerin adları verildi, hükümete uyarılar yapıldı. Tek Türkiye
dizisinin içine eklenen Karanlık Kurul’daki mesajların bizzat Fethullah
Gülen tarafından kontrol edildiğiyle ilgili telefon kayıtları duyduk.
Polislerin
ve savcıların kotarıp ilk nüvelerini gazetecilere sızdırdıkları ya da
önce malzemeleri gazetecilere sızdırılıp sonra soruşturmaya dönen pek
çok dava gördük.
(En komiği bu medya-polis iş birliğinin nadide
örneklerini sergilediğimiz eski gazetem Taraf’ın eski yöneticisinin
kurduğu medya etiği platformunun “polis devletine” hayır diye bildiri
yayınlamasıydı.)
Ama bunu ilk kez görüyoruz.
Dünkü paralel
devlet operasyonundan bahsediyorum. Soruşturma hakkında gün boyu basına
baskı, gazetecilere gözaltı, paralel devlete soruşturma lafları
arasında kaçırılan dünya kriminoloji tarihine girecek bir davanın ortaya
çıkış hikayesinden…
Hikaye Barla’da başlıyor. Bediüzzaman Said
Nursi, Şeyh Said isyanından sonra Eğirdir Gölü kenarındaki Barla’ya
sürgüne gönderilir. Bir yıl sonra Eğirdir’de görevli Yüzbaşı İbrahim
Hulusi Yahyagil ziyaretine gelir ve ilk talebesi o olur.
1943
doğumlu Mehmet Doğan ya da Kürt illerinde bilinen adıyla Molla Muhammed,
Bediüzzaman’ın talebesi Hulusi Yahyagil’in izinden giden bir Risale-i
Nur çevresinin başında.
Yayınladıkları Risale-i Nurların altına
açıklayıcı haşiyeler düşüyorlar, diğer camialarının aksine demokrasiye
mesafeli, yine diğer Nurcu grupların aksine cüppe, sakal ve çarşaf
tercih eden, sivil ve fikri faaliyetler yapan bir grup.
2004 yılında Yeni Asya çevresi içinden kopan grup 1 Haziran 2004 Tahşiye ve Rahle yayınevlerini kuruyor.
Tahşiye örgütü adı da buradan geliyor, yoksa kendilerine 'Taşhiyeciler' demiyor, bir örgüt olduklarını da kabul etmiyorlar.
Grubun
Risale-i Nurlar üzerinden oklarını doğrulttuğu grupların başında Gülen
Cemaati geliyor. Yayınladıkları kitaplarla cemaatin kurumlar için zekat
toplamasına, dinlerarası diyalog çalışmalarına, fıkhi meselelerdeki
tavırlarını sert reddiyeler getiriyorlar. Grup, Gülen Cemaati’ni
mehdilik-mesihlik iddiaları hakkında da eleştiriyor.
Ta ki 6 Nisan 2009 gününe kadar.
29
Mart 2009 seçimlerinden kısa bir süre sonra. O gün Fethullah Gülen’in
Pensilvanya’daki haftalık sohbetinin kaydı Herkül.org sitesine düşüyor.
Gülen kendilerine kurulacak tuzaklar hakkında konuşurken bir yerde şöyle diyor:
“Mesela
Hizbulvahşet diye bir şey çıkarırsınız. Hizbulvahşetten sonra El
Kaide’yi de icat ettiler. Yarın daha başka şeyler de icat edebilirler.
Mesela Tahşiye diye bir şey icat edebilirler. Hafizanallah iyi organize
edebilirlerse bunları belki hakiki Müslümanlarla, kitap okuyan
Müslümanların içine sokmaya çalışabilirler. Onları güçlendirmek için
ellerine silah da verebilirler. Kitapların arkasındaki zatın
posterlerini evlerine asabilirler… Biz nurları Haşiye yapıyoruz derler.
Adlarına da Tahşiyeciler derler. Sonra Kalaşnikoflar verirler
ellerine...” http://vimeo.com/93191955
Gülen’in sanki yokmuş
gibi bahsettiği grup aslında uzun yıllardır var, beş yıldır Tahşiye
diye bir yayınevi var ama onlardan ilk kez Tahşiyeciler diye bahseden
Gülen oluyor.
Bu “mesela”lı tuhaf konuşmanın ardından tuhaflıklar zinciri başlıyor.
Önce Zaman gazetesi Gülen’in konuşmasından “Terör örgütü üretenler yeni tezgah peşinde” manşetli geniş bir haber yapıyor.
“Fethullah Gülen, kendi çıkarları için terör örgütü üreten odakların yeni bir tezgah kurabileceği uyarısında bulundu.”
http://www.zaman.com.tr/gundem_teror-orgutu-uretenler-yeni-tezgah-pesinde_834989.html
Tahşiye
Örgütü üzerinden tezgah iddiası iki gün sonra STV’de yayınlanan Tek
Türkiye dizisinde karanlık planlar yapan karanlık kurulunun gündemine
giriyor. http://vimeo.com/93191955
10 Nisan günü bu kez Zaman
yazarı Hüseyin Gülerce Tahşiye meselesini kaleme alacaktır. Başlık:
“Gülen neden uyardı?”
http://www.zaman.com.tr/huseyin-gulerce/gulen-neden-uyardi_835730.html.
5
gün sonra gazetenin Aile sayfasında dini yazılar yazan yazarı Ahmed
Şahin’in de aynı meseleyi kaleme alması daha da ilginç.
http://www.zaman.com.tr/ahmet-sahin/islamda-irtica-ve-takiyye-yoktur_837461.html.
Tahşiye örgütü üzerinden kumpas, ertesi hafta da Tek Türkiye dizisinin gündemi olmaya devam eder.
Dizideki kötü adamların toplaştığı “Karanlık Kurul”da şöyle konuşmalar geçmektedir:
“Bir
de irtica için hazırladığımız ama kullanamadan deşifre olan grup,
Tahşiye mi Tahşidat mıydı neydi, onlar deşifre olmuştur. Bu işin
arkasını bırakmayalım, isim değişikliği yapalım, yola devam edelim
mutlaka. Silahlar hep bizden mi çıkacak, biraz da bunlardan çıksın
-Bu dinci örgütün yeni ismi ne olsun efendim?
-Rahle-mahle bir şey deyin işte. Dini sembol olan bir şey olabilir.”
Rahle adı da tesadüf değildir. Mehmet Doğan grubunun diğer yayınevinin adıdır Rahle.
Dizideki
bu diyalogları 26 Nisan 2009’da Bugün yazarı Nuh Gönültaş noktasına
virgülüne dokunmadan köşesine taşır. Başlık “Tahşiyeciler deşifre oldu,
yeni bir isim bulmalıyız.”
http://www.bugun.com.tr/tahsiyeciler-desifre-oldu-yeni-bir-isim-bulmaliyi-yazisi-67182
İlginçtir,
iki ay sonra 12 Haziran 2009’da Taraf gazetesi ‘İrticayı Eylem
Planı’nı, “AKP’yi ve Gülen’i Bitirme Planı” başlığıyla yayınladı.
Planda de Gülencilerin evlerine silah konulması gibi ‘kumpas’lar
planlanmakta, “kamuoyunu yanlış yönlendiren, "Kutlar Vadisi", "Kollama"
ve "Tek Türkiye" benzeri diziler hakkında olumsuz haberler” yapalım
denmekte, orduda örgütlü olan Kurdoğlu gibi Nurcu gruplardan, devletin
adamları gibi gösterilen İskender Evrenesoğlu, (Gülen grubunu en sert
eleştiren isimlerden) Ömer Öngüt gibi cemaat liderlerini kullanmaktan
bahsedilmektedir.)
İlk olarak Fethullah Gülen’in ortaya attığı,
Zaman gazetesinin haber ve yazılarla dikkat çektiği, STV’nin Tek Türkiye
dizisiyle tehlike çanları çaldığı Tahşiye grubu hakkında polis ve
savcılık soruşturma başlatmıştır artık.
Ve 22 Ocak 2010 günü
operasyon için düğmeye basılır. Düğmeye basan polis şefleri dün
gözaltına alınan Tufan Ergüder ve Mutlu Ekizoğlu’dur.
Aralarında
66 yaşındaki görme engelli ve MS hastası Mehmet Doğan’ın da olduğu 122
kişi farklı illerde düzenlenen operasyonla gözaltına alınır. Gözaltına
alınanlar arasında cemaatin içinde yer alan bir cumhuriyet savcısı,
bürokratlar, imamlar da vardır.
Gazeteler haberi El Kaide’ye operasyon diye verirler.
Devrin
İstanbul Valisi Muammer Güler operasyon hakkında yaptığı açıklamada
“Bazı örgüt üyelerinin El-Kaide’nin Avrupa, Türkiye, Suriye sorumlusu
olarak bilinen Louai Sakka ve 15-20 Kasım 2003 bombalı saldırılarından
dolayı aranan ve Irak’ta öldürülen Habip Aktaş’la irtibatları tespit
edilmiştir” der.
Operasyonla ilgili emniyetin medyaya geçtiği
bilgi notlarında bir terör örgütü operasyonunda rastlanmayan türden özel
hayatlarla ilgili belaltı bilgiler de yer almaktadır.
Örneğin
Hürriyet gazetesi DHA haberine dayanarak operasyonu şöyle verir:
“Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele ve Harekât Daire Başkanlığı
koordinesinde 22 Ocak’ta çökertilen, aralarında öğretmen, iki imam, iki
eşcinsel ve iki kadın satıcısının bulunduğu iddia edilen El Kaide
örgütüne bağlı 57 kişilik oluşumun fikir babasının Vakit Gazetesi’nin
eski yazarı Mustafa Kaplan olduğu iddia edildi.”
Eşcinsellik ifşaları polisin medyaya geçtiği bilgi notlarındandır.
O
bilgi notlarına göre farklı şehirlerdeki baskında Nurcu kökenli bir El
Kaide grubu iddia edilen örgütten şunlar ele geçirilmiştir:
“Operasyonlarda
örgüte ait 3 el bombası, 1 sis bombası, 7 tabanca, 2 kurusıkı tabanca, 1
havalı tabanca, 1382 fişek, 18 av tüfeği, 1 lazer noktalayıcı, düzenek
yapımında kullanılan elektronik malzeme, 7 hançer, 1’i baston içine
gizlenmiş 4 kılıç, 31 masaüstü ve dizüstü bilgisayar, 53 harddisk, 7 ses
kayıt cihazı ve çok sayıda örgütsel doküman ele geçirildi.”
Her şey Fethullah Gülen’in tarif ettiği, Tek Türkiye’de anlatıldığı gibi gerçekleşmektedir.
Fakat operasyon sırasında cemaat polislerine yakışmayan amatörlükler yapılmıştır.
El
Kaide örgütü iddiasına esas teşkil eden üç bombanın bulunduğu
Bahçelilievler’deki ev, yönetici gelmeden aranmaya başlanmış, bombaların
bulunduğu anı kameralar çekmemiş, cemaatin dershane olarak kullandığı
evin aranmasında refakat eden kişinin abdest almaya gittiği bir anda
bombalar çıkarılmıştır.
Esas skandal ise bulunan bombalarda
sanıklardan hiçbirinin parmak izi bulunamazken, aramayı eldivenle
yaptıklarını söyleyen polislerin parmak izinin çıkmasıdır.
Mahkemede polisler parmak izlerinin bombalarda ne işi olduğu sorusuna “eldiven delinmiş olabilir” diye cevap verebilirler.
Delillerin
hukuka aykırılığını iki ünlü ceza hukuku profesörü Adem Sözüer ve Bahri
Öztürk imzalı bir bilirkişi raporu da tespit etmiştir.
Yine de 66
yaşındaki görme engelli, MS hastası Mehmet Doğan’ın aralarında olduğu
cemaat mensupları 17 ay mahkeme yüzü görmeden hapis yatarlar. İlk
mahkemede de tahliye olurlar. Davanın savcısı 2010 referandumundan sonra
Yargıtay’a seçilerek ödülünü alır...
İşte dün yaşananlar davanın mağdurlarının yaptıkları şikayet ve hukuki başvuruların sonuçlarıydı.
Bütün
bunlardan bi haber dün bütün gün medya özgürlüğü pozu verenler yerli
yorumcuların ve bu hikayeye muhtemelen Dan Brown romanlarından çıkma
gibi bakacak yabancı yorumcuların kaçırdığı Tahşiye Soruşturması şu ana
kadar paralel devletle bulunmuş en somut ilişki ağını ortaya seriyor.
Gülen’in
Pensilvanya’da bastığı bir düğmeyle, harekete geçen medyası, ardından
harekete geçen savcıları ve polisleri örgütü hiyerarşik olarak ilk kez
net bir şekilde ortaya koyuyor.
İlk kez bir operasyonu
gözlerimizin önünde bu kez savcılar ya da polisler değil bizzat Gülen
başlatıyor. Medya gazetecilik değil, savcılık makamı gibi çalışıyor.
Cemaatin
bu davalardaki tecrübelerine yakışmayacak bir acemilik… İlk defa suç
mahallîne bırakılmış çıplak gözle bile görülebilecek parmak izleri…
Görmek isteyenler için paralel devletin şu ana kadar çekilmiş en net fotoğrafı bu.
Haşiye düşmeye bile gerek yok…
Yorum Yap