- 28.07.2012 00:00
Taraf Gazetesi'nin Diyanet'i hedef alan manşetini eleştirmiştim son yazımda. Diyanet dergisinin 44 dilde "selam"ı ifade eden kapağında, selamın Ermenice, İbranice ve Kürtçe karşılığının yer almamasından hareketle Diyanet'in ne ırkçılığı ne faşistliği ne inkârcılığı bırakılmış. Üstelik aynı haberde, bu haber hazırlanırken Diyanet'in bu kapağı yapan görevlilerine sorulduğu da ifade edilmiş. Sorulmuş da ne cevap alınmış? Diyanet görevlileri bu işte hiçbir kasıtları olmadığını, bilhassa İbranice ve Ermenicenin tamamen ihmal edildiği, Kürtçesininse karşılığının ne olduğu konusunda belli ki, üstünkörü bir araştırmayla Türkçedeki gibi "selam" olduğuna karar verildiği söylenmiş. Bu karar ne bağlayıcı ne nihai veya normatif bir karar. Sonuçta bu bir kapak çalışması, bir yasa metni veya bir dini vaaz metni bile değil. Hatırlatıldığında bir yanlış varsa yanlışta ısrar edilmiyor. Ama selam sözcüğünün, kime sormuşlarsa Kürtçede, aynen Türkçedeki gibi yaygın ve ortak bir sözcük olduğu bilgisi aldıklarını söylüyorlar. Böyle düşünmeye sevk eden bir başka veri, Türkçede başka bir karşılığı olmayan selam sözcüğünün kendisinin Türkçe olmaması.
Şimdi bunu yapan aynı Diyanetin bu dönem yaptığı çalışmalara bakıldığında Kürtçeye karşı seksen yıldır yürütülen inkâr yaklaşımından çok uzakta olduğu da bilinmiyor değil. Başkanının çığır açıcı demeçleri ve bu konudaki faaliyetleri biliniyor. Şu kadarını söyleyelim ki, bugünlerde konuyla ilgilenen herkesin diline pelesenk hale gelmiş "her dil bir ayettir" sözünü muhtemelen yaygınlaştıran kişidir. "Kardeşlik edebiyatı yetmez, hukukunu da gözetmek lazım" diyen kişi de aynı kişi. Kendisine Kürtçe vaaz ve hutbe verebilir miyiz diyen melelere "siz "hâlâ Kürtçe vermiyor musunuz vaazlarınızı?" diye tepki veren de, bunun için bin meleyi istihdam etmenin yolunu açan da aynı başkanın diyaneti. Bütün bu faaliyetleri yapan bir kişiye veya emrindeki kuruma, ya sehven veya başka bir mülahaza ile ihmal ettiklerini de söyledikleri bir konudan dolayı seksen yılın bütün faşizan, ırkçı, inkarcı uygulamaların günahını yüklemeye kalkışmak nasıl izah edilebilir?
Benim derdim diyaneti aklamak değil, hata ettiğinde veya hatasında ısrar ettiğinde avukatı değil savcısı olurum. Ama bu olay vesilesiyle dikkat çekmek istediğim şey, Taraf'ın son zamanlarda iyice rahatsız eden dili. Bu dilin mazlumların sesi olmak gibi bir misyonu veya işlevi yok. Barışı kolaylaştırıcı, çatışan tarafları barışmaya hazırlayıcı bir yaklaşımı da yok. Aksine bu haliyle nefreti yaygınlaştırıyor. Tarafların birbiriyle uzlaşacakları, barışacakları varsa onları ebediyen bir daha birbirlerine iyi niyetle bakamayacak hale getirmek gibi bir yaklaşımı var. Roboski'den dolayı, mesela, hükümeti de, askeri de eleştirebilirsiniz, eleştirmelisiniz de. Bu olaydan dolayı ilk günden itibaren bir dakika bile gecikmeksizin hükümetin önce bir özür dilemesi gerektiğini söylemekten geri durmadım. Hâlâ aynı görüşteyim. Ama Roboski olayını "Türkler Kürtleri katlediyor", "devlet halkını katlediyor" diye sunmak, hele yılbaşı gecesi İstanbul'daki eğlencelere bakıp "Kürtler ölürken Türkler eğleniyor" diye vermek hem doğru değil, hem de Kürtlerin kalbinde zaten var olan kırgınlığı, kızgınlığı iyice telafi edilemez bir kine ve nefrete dönüştürmekten başka bir işe yaramıyor.
Doğru değil, çünkü o eğlenenlerin "Türk" olduğunu söylemek bizatihi ırkçılıktır. (Ne yani, Kürde karşı yapıldığında ırkçılık olan şey, Türk'e yapıldığında masum mu olacaktı?) Bir defa Türk halkının ne kadarı o eğlencelere katılıyor, katılanların ne kadarı Türk ne kadarı Kürt ne kadarı bilmem ne? Kimin elinde nasıl bir kesin bilgi var ki? Sürekli muhafazakârlaştığı söylenen Türkiye halkının büyük kesiminin o kutlamalarla ilgisi olmadığını Türkiye'den azıcık haberdar olan herkes bilir. Ama o manşet o şekilde atılabildi ve o manşetten üreyecek tek şey mazlumluk ve mağdurluk üzerinden bir Kürt ırkçılığından başkası olmayacaktı, olmadı da. Bizzat Taraf'ın manşetlerinde Kürt açılımı konusunda attığı adımlar dolayısıyla defalarca demokrasi kahramanı gibi yansıtılan başbakan nasıl oluyor da, kısa sürede hiçbir şey yapmamış gibi hatta cumhuriyet tarihinin neredeyse en büyük Kürt düşmanı gibi yansıtılabiliyor? Bu nasıl bir denge sorunudur?
Benim hayıflandığım, Türkiye'nin demokratikleşmesine olan efsanevi katkısını, savaşın bitmesi için göz yaşartıcı hümanist yaklaşımını gördüğümüz Taraf'ın bu tavırlarıyla Türkiye'de barışa değil savaşa hizmet etmesidir. Bir yandan barışı istediğinizi söyleyeceksiniz, bir yandan barışın en önemli tarafının aslında hiçbir şekilde barış yapılamayacak kadar kötü niyetli, gaddar, ırkçı, faşist, katil olduğu düşüncesini büyük bir ısrarla telkin edeceksiniz. Peki, Allah aşkına neden barış diyorsunuz o zaman? Savaşan taraflardan birini sürekli diğeri hakkında kin ve nefretle doldurursanız, en iyi niyetle yorumlanacak durumları bile kötü niyetin işaretleri gibi okumayı sağlayacaksanız, bu barışı nasıl sağlamayı düşünüyorsunuz?
Kuşkusuz barış istiyorsanız ve gerçekten öldürülen insanların acılarını gerçekten hissediyorsanız bunun gereğini de akıllıca ve samimiyetle ortaya koymalısınız. Barışı sağlamak her şeyden önce bir dil sorunudur. Bu dil de öyle Kürtçe, Türkçe, Arapça meselesi değildir. Bizatihi insani dildir, gönül dilidir. Siz barış derken de tavırlarınızın sergilediği dil saldırgan olmamalı, bu barış iradesine tercüman olmalı. Hele yangının üzerine körükle gitmemeli. Son yazımda söylediğim buydu. Taraf'ın bu tarz yayınıyla kavga çıkar, savaş kızışır, insanların barışacakları varsa bile sürekli kışkırtılan duygularıyla savaşa devam ederler, ama barış çıkmaz. Bunları söyledim, iki gün sonra Taraf sayfalarında Nîbahar dergisi yazarlarından olduğu anlaşılan Nevzat Eminoğlu imzasıyla "Yasin Aktay'a ne oluyor böyle?" başlığı altında bir cevabi yazı yayımlandı.
Hiç sevmediğim şeylerden biri tartıştığım konuların merkezine şahsımı koymak. Ama Eminoğlu işe bununla başlamış. Yine şahsileştirmemeye azami dikkat etmek üzere sonra devam edelim.
Yorum Yap