- 14.09.2018 00:00
Astana üçlüsü Türkiye, Rusya ve İran’ın 7 Eylül’de Tahran’daki zirvelerinde Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan cesur bir hamleyle ortaklarını İdlib’de ateşkes çağrısında bulunmaya çağırdı.
Erdoğan, Suriye’deki Türkiye’nin ılımlı addettiği muhalif fraksiyonlar arasında puan kazanmayı, bu öneriyle elinden geleni yaptığını ve artık onların uzlaşma ve silahları bırakma yönünde bir adım atma zamanının geldiği mesajını vermek istiyor olabilir.
Bu, bu mesajı vermenin bir yolu, ama başka yollar da var. Bunlardan biri de daha sessiz bir diplomasi yolunu kullanmak. Bu öneri daha teknik seviyedeki toplantılarda dile getirilip, diğer ortaklara bu seviyede öneri kabul görmezse Türkiye Cumhurbaşkanı’nın bunu zirvede dile getireceği söylenebilirdi.
Böyle bir yola başvurup başvurulmadığını bilmiyoruz.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı’ndaki bir gelenek olarak, herhangi bir uluslararası toplantı öncesinde heyet başkanına kısa bir brifing verilir, daha düşük seviyeli toplantılarda neler olduğu, diğer heyetlerin olası pozisyonları ve birinin pozisyonunda ısrar etme riskleri açıklanır.
Eğer bu gelenek korunduysa zirve öncesi hazırlık toplantısında ateşkes çağrısının başlatılmasının getireceği riskler ve avantajlar değerlendirilmiş olmalı.
Eğer Erdoğan’ın ekibi onu Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in bu öneriye karşı çıkabileceği konusunda bilgilendirmediyse bu çok büyük bir hatadır. Erdoğan risk almayı seven bir lider. Bu nedenle danışmanlarının karşı görüşüne rağmen bilerek böylesi bir son dakika hamlesi yapmaya karar vermiş olabilir.
Güçlü liderlik becerileri sayesinde bu tutumunu Türkiye’deki yerli kitlesinin geniş kesimlerine başarı olarak satabilir.
Ama madalyonun bir de öbür yüzü var. Uluslararası medya Erdoğan’ın önerisini ağırlıklı olarak Türkiye açısından bir eksi puan olarak gördü.
Putin, zirvedeki açılış konuşmasında Rus bombardıman jetlerinin hava saldırılarının Lazkiye’nin güneyindeki Rus Hmeymim hava üssüne karşı düzenlenen drone saldırılarına bir yanıt olduğunu söyledi.
Yani İdlib’deki terörist hedeflere yönelik saldırılar Rusya’nın kendini savunması olarak sunuldu.
Dahası bir kere ateşkes ilan ettikten sonra, terörist hedeflere saldırı düzenlemekten men edilirsiniz. Bununla birlikte BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı ılımlı Suriyeli muhalifleri DAEŞ ve diğer El Kaide bağlantılı terör örgütlerinden ayırıyor. Karar onları sadece ateşkesin kapsamı dışında tutmakla kalmadı, uluslararası toplumu onlarla savaşmaya açıkça davet etti.
Bu nedenle Türkiye’nin de aralarında bulunduğu uluslararası toplumun uluslararası hukukta onlara karşı savaşmak için sözleşme ile bağlı bir yükümlülüğü var. 4 Mayıs 2017 tarihli Astana Protokolü gerilim düşürme bölgelerinde BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararını teyit ediyor.
Putin ayrıca ateşkese uyması gereken isyancılar Tahran’daki zirvede bulunmadığı için de ateşkes teklifine karşı çıktı. Putin ortak tebliğ kabul edildikten sonra yapılan basın toplantısında bu yaklaşımına “Sivillerin teröristleri korumak için bahane olarak kullanılması kabul edilemez” diyerek açıklık getirdi.
Putin’in sözleri, hiç kimsenin Türkiye'nin İdlib'deki teröristleri korumakla suçlanmasından başka bir sonuç çıkaramayacağı kadar açıktı.
Danışmanlarının Erdoğan’ın dikkatine sunmamış olabileceği bir diğer detay da Türkiye'nin, rejimin silahlı muhalefeti ile Kürdistan İşçi Partisi'ne (PKK) olan tutumu arasındaki karşılaştırmaydı. PKK AB ülkeleri ve ABD’nin terör örgütü listesinde yer alıyor.
Tabii ki Türkiye, Beşar Esad’ın Suriyesi ile karşılaştırılamaz. Kendi halkına karşı orantısız askeri güç uygulamıyor. Ama uluslararası toplum bu farklılıkları anlamayabilir ve Türkiye’nin neden PKK ile bir ateşkes ilan etmediğini sorabilir.
Tersliklere rağmen Tahran zirvesi yarısı dolu bardak gibi. Bardağın boş kısmı toplantıda elde edilen somut bir ilerlemenin olmaması ve dolu kısmıysa Astana sürecinin çökmemesidir.
Yorum Yap