- 23.06.2018 00:00
24 Haziran Pazar günü Türkiye’de seçimler yapılacak. Görüldüğü kadarıyla iktidar partisi ile muhalefet partileri başabaş bir yarış sürdürüyorlar. Cumhurbaşkanı adaylarından birisinin oyların %50’sinden bir fazlasını alamaması durumunda, iki hafta sonra ikinci tur seçimler yapılacak.
Ana muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) adayı Muharrem İnce iyi bir performans sergiledi, ancak seçmen desteği %50 civarlarında bir aşağı bir yukarı gezinen Cumhurbaşkanı’na yaklaşamadı bile. İnce’nin Erdoğan’ın karşısında bir şans bulabilmesi, ancak seçimler ikinci tura kalırsa ve ilk turda Erdoğan’a oy vermemiş seçmenlerin tamamı ona oy verirse mümkün olabilir.
Bir çok gözlemci bunun Türk siyasi tarihinin en önemli seçimleri olduğu görüşünde, zira Erdoğan’ın kazanması durumunda Türkiye’de demokrasinin bir daha geri gelmemek üzere mezara gömüleceğini düşünüyorlar. Doğru, Erdoğan pozisyonunu daha da fazla tahkim etmek ve toplumu islamileştirmek için sahip olduğu aşırı geniş yetkileri kullanacaktır. Ancak bu değerlendirme üç önemli faktörü hesaba katmıyor.
İlk olarak bazı eksiklikleri olsa da Türkiye’nin, 1946 yılından beri çok partili yaşam konusunda belli bir deneyimi var. Türkiye, Erdoğan’ın AKP’sinin mecliste azınlığa düştüğü 7 Haziran 2015 seçimlerinde ne kadar olgunlaşmış olduğunu göstermişti.
Ne var ki muhalefet partileri bu sonuçtan yararlanmasını bilemediler ve Erdoğan beş ay sonra yapılan baskın seçimlerde süreci tersine çevirmeyi başardı. 24 Haziranda da benzer bir senaryonun tekrarlanıp tekrarlanmayacağını hep birlikte yaşayıp göreceğiz.
İkinci olarak Türkiye’nin, sabahtan akşama çözülmesi mümkün olmayan çok ciddi ekonomik sorunları var. Eğer iktidar partisi yeniden seçilecek olursa, ekonominin sürüklenmekte olduğu derin krizden çıkması için pek az umut ışığı var. Eğer bir mucize gerçekleşmezse, iktidar partisinin kuracağı yeni hükümet çökecek ve belki de erken seçim yapmak zorunda kalacaktır.
Muhalefet koalisyonu da cennet vaat edebilecek bir durumda değil, zira ekonomi istikrarlı bir şekilde ekonomik bir dar boğaza doğru ilerliyor. Onlar da şimdiki hükümetin hatalarının bedelini ödemek zorunda kalacak; ekonomiyi düze çıkaramamakla suçlanacak ve bir sonraki seçimleri kaybederek görevden uzaklaştırılacaklar.
Üçüncü olarak Türkiye’nin yolsuzluk ve bürokratik hantallık gibi yapısal sorunları var. Bunlar, bırakın bir çok önemli konuda farklı fikirlere sahip partilerden oluşmuş bir koalisyonu, iyi niyetli tek bir parti tarafından bile hızla düzeltilebilecek sorunlar değiller.
Ekonominin düzelmesi mümkün olmamakla birlikte, dış politikada durum böyle deği. Bütün muhalefet partileri, farklı önceliklere sahip olsalar da, dış politikada esaslı değişiklikler yapacaklarını ilan ettiler. Benzer değişiklikler, seçimi kazanması halinde, iktidar partisi tarafından da yapılabilir, zira Türkiye’nin dış politikasını sahadaki gerçekliğe uyarlamak artık kaçınılmaz hale geldi.
Bunlardan bir tanesi, Türkiye’nin daha ilk günden beri bir başarısızlık abidesi olmuş Suriye politikası. Bu başarısızlık iktidar partisinin bir çok üyesi tarafından da kabul edilmiş durumda.
Türkiye’nin ulusal çıkarları bir çok alanda, özellikle de Kürt sorunu konusunda, Suriye hükümetininkilerle örtüşüyor. Eğer bu konuda işbirliği yapabilirlerse, Kürt sorununa daha makul ve adil bir çözüm bulmak mümkün olabilir.
Türkiye’nin ABD ve AB ile ilişkilerinde meydan okuyan üslubunu bırakması gerekiyor. Muhalefet partileri seçim beyannamelerinde bu ilişkileri yumuşatmak yönünde adım atacaklarını berlirttiler. Eğer seçimleri AKP kazanacak olursa, üslubunu yumuşatmak ve ilişkileri normalleştirmek dışında bir seçeneği yok.
ABD kongresinin her iki kamarası da Türkiye’yi F-35 Avcı Uçağı’nın ortak üretiminden dışlamak yönünde birbirine paralel girişimlerde bulundular.
ABD ile yaşanan diğer sorunlar arasında Iran’a yönelik yaptırımların ihlal edilmesindeki rolü nedeniyle bir devlet bankası olan Halk Bankası’na verilecek para cezası, Türk din adamı Fethullah Gülen’in iadesi ve Türkiye’nin Rusya’dan S400 hava savunma sistemlerini satın almış olması vs. gibi konular var.
Türkiye’nin AB ile ilişkileri de daha iyi bir durumda değil. İktidar partisi yapısal reformların hayata geçirilmesinin artık bir tercih meselesi değil, bir zorunluluk olduğunu biliyor.
Başka bir deyişle, seçimlerden sonra yaşanacak bir hükümet değişikliği Türkiye’ye geçici bir rahatlama sağlayabilir, ama beklentilerin makul bir düzeyde tutulması gerekiyor.
Yorum Yap