Yaşam savunucuları hedefte…

  • 27.11.2017 00:00

 Hatırlayanlarınız olur mutlaka. 2005 yılındaydı. FBI , ABD'nin karşılaştığı en büyük tehlikenin, çevreciler ve hayvan hakları savunucuları olduğuna ilişkin bir alarm vermişti.

ABD'nin genel anlamda 'terörist' eylemlerden, El Kaide gibi yabancı yapılanmalar dışında çevreci ve hayvan hakları grupları gibi sivil toplum kuruluşlarını sorumlu tutması o dönemde, Senato'daki Çevre ve Sosyal Hizmetler Komitesi'nin şaşkınlığına ve tepkisine neden olmuştu. Suçlamaları yapan FBI yetkililerinin en çok üzerinde durduğu gruplar; yaşam savunucusu çevre örgütleri, ABD merkezli Hayvan Kurtuluş Cephesi 'Animal Liberation Front' (ALF) ve Dünya Kurtuluş Cephesi ‘Earth Liberation Front’ (ELF) olmuştu.

FBI yeni raporlarında da, bu “tehlikenin” altını çiziyor mu henüz bilmiyorum. Ama bildiğimiz şey çok açık. Tüm canlıların yaşamı, büyük bir küresel saldırı ile karşı karşıya.

* * *

Geçtiğimiz hafta da, TC. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, "2017 Yılı Elektrik Yatırımları Toplu Açılış Töreni"nde yaptığı konuşmada nükleeri ve “milli kömür”ü savundu. Genelde yaptığı gibi, bu kez de çevrecileri hedefine oturtarak; "Şimdi nükleere giriyoruz. Nükleer de birilerini rahatsız ediyor. Rahatsız olsanız da olmasanız da biz nükleer enerjiyi de yapacağız" dedi.

Oysa “milli” de olsa, “gayrı milli” de olsa genel olarak dünya fosil yakıtların kullanımını da “nükleer”i de terk ediyor. Tabii güçlü bir nükleer lobi halâ faaliyette ve görünür gerçeklerin üstünü örtmeyi, perdelemeyi, tehlikeyi gizlemeyi beceriyor. Ya da bu becerilerini sergileyebilecekleri Türkiye gibi ülkeler bulabiliyor…

Kömür kullanımı meselesinde, Çin’den ABD’ye, Hindistan’dan İngiltere’ye dünya kömürden vazgeçti. Greenpeace (Yeşil Barış)’in CoalSwarm ile birlikte hazırladığı rapor; tüm dünyanın hızla kömürlü termik santrallerden uzaklaştığını gözler önüne seriyor.

Rapora kaynaklık eden araştırmaya göre; “2010’dan bugüne kömürlü termik santral işleten ya da inşa eden 1675 şirketin 4’te 1’i sektörden çekildi. Bir başka deyişle 370 kömürlü termik santral -Türkiye’nin ihtiyacı olan enerjinin yaklaşık 6 katı- emekliye ayrıldı ya da projeler hiç hayata geçirilmedi.

NÜKLEERİN NE BOMBASI, NE DE ENERJİSİ!..

Nükleer ise; çok daha vahim. Bakın, daha çok yeni bir olay. Tüm canlıların yaşamı ve sağlığı açısından tehlikeli (Rutenyum-106) radyoaktif izotop içeren bulutlar, geçtiğimiz aylarda İstanbul ve Trakya bölgesinin üzerinden geçerek Avrupa’ya ulaşmış.

Bulutların izlediği güzergahın haritası yayınlanınca bu bulutların, üzerimizden geçtiğini öğrenmiş olduk. 29 Eylül tarihinde ilk önce İtalya, Avusturya ve Almanya’da tespit edilen, ardından 6 Ekim’de Fransa Nükleer Güvenlik Enstitüsü (IRSN) tarafından doğrulanan ve 1986 yılında yaşanan Çernobil faciasında olduğu gibi paniğe yol açan aşırı dozda radyasyonlu bulutların, büyük olasılıkla Rusya kaynaklı olduğu sanılıyor.

Rusya Meteoroloji Dairesi’nin ölçüm verilerine dayanılarak hazırlanan ve Rus basını tarafından kamuya duyurulan raporda yer alan haritada, en yüksek radyasyon Eylül ayı ortalarında ilk önce Rusya’nın Ural dağları doğusundaki Çelyabinsk ile Ozersk kasabalarında tespit edilmiş. (Bu iki kasabada Rusya’nın nükleer atıklarını işlemden geçirdiği “Mayak” adlı iki fabrikası bulunuyor.) Ardından Rusya’daki bir dizi şehir ve kasaba üzerinden geçerek Karadeniz kıyısına gelen radyasyon yüklü bulutlar doğrudan İstanbul Boğazı’na yönelmiş. Rüzgârın yönü değiştiği için Akdeniz istikameti yerine Trakya bölgesine dönüş yapan bulutlar buradan sırasıyla Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Hırvatistan üzerinden İtalya, Avusturya ve Almanya’ya kadar ulaşmış…

Türkiye’de herhangi bir kurumdan ve yetkililerden ne bir açıklama ne de bir uyarı henüz yapılmış değil tabii ki.

Bu yakın örnekte de görüldüğü gibi nükleer; çevre, canlı yaşamı ve tabii insanlık adına göze alınamayacak kadar büyük bir tehlike.

Nükleer ile elde edilen enerji, şu anki dünya çapındaki verilere göre; ‘yenilenebilir enerji’lerden daha az enerji üretiyor. Bu gerçeği fark eden gelişmiş ülkeler hızla nükleeri terk ediyor. Görünen o ki; önümüzdeki yıllarda nükleer enerjinin payı daha da azalacak.

Çernobil ve Fukuşima felaketlerinden sonra pek çok gelişmiş ülke santrallerini kapattı ve de yeni santraller için hazırladıkları planları iptal etti.

Oysa, Türkiye'de 3 nükleer santral planlanıyor. Türkiye, rüzgâr ve güneş toplam potansiyeli açısından Avrupa'da birinci sırada. Greenpeace verilerine göre; Türkiye bu potansiyelin yüzde 1'ini bile kullanmıyor.

Bir nükleer santralin kurulmasına karar verildikten sonra tamamlanması ortalama 10 yıl sürüyor. Üretime başladıktan ortalama 40 yıl sonra ise artık tükendiği için yine oldukça masraflı olan kapanma ve söküm süreci başlıyor.

Bir de, Nükleer enerji sadece elektrik üretebildiğinden ısınma ve ulaşım gibi taleplere de cevap veremiyor.

Oysa yenilenebilir enerjilerin hem kurulum süresi çok daha kısa hem de çok daha fazla istihdam yaratıyor.

Greenpeace (Yeşil Barış)’in, Avrupa Yenilenebilir Enerjiler Konseyi'yle [EREC] birlikte hazırladığı ‘Enerji [D]evrimi’ raporuna göre; Türkiye 2020 yılında daha az maliyetle 17 nükleer reaktörün üreteceği elektriği rüzgar ve güneş gibi temiz kaynaklardan sağlayabilir. 2050 yılına gelindiğinde ise, birincil enerji talebinin (yani ulaşım, ısınma, elektrik, sanayi üretim dahil tüm enerji ihtiyacının) yüzde 59,4'lük kısmı yenilenebilir enerji kaynaklarıyla karşılanabilir.

Bu gerçekler ortadayken, yerel ya da küresel alanda hedefe oturtulmuş olsalar da; yaşam savunucularının nükleerin “ne bombası, ne de enerjisi”, “rüzgâr, güneş bize yeter!” demekten vazgeçmeleri beklenemez elbette.

DOĞAYLA SÖZLEŞME

Küresel saldırıya, küresel mücadeleyle yanıt vermek gerekliliği üzerine düşünenlerden, bir yaşam savunucusunun önerisini de, bu vesile ile yeniden hatırlamakta fayda var.

Ünlü, çağdaş bir Fransız düşünürü olan Michel Serres, ‘Toplum Sözleşmesi’ ile biçimlendirilen insan topluluklarının yaşadığı dünyaya bu sözleşmenin artık yetmediğini, yetersiz kaldığını ifade ediyor. Bu yetersizliği gidermek için de yeni bir sözleşmenin gerekliliğinin altını çiziyor. “Doğayla, kendimiz ve gezegenimiz için dürüstçe bir ‘sözleşme’ imzalayabilir miyiz?” diye de soruyor.

Yayınlandığı yıllarda düşünce dünyasında büyük yankı uyandıran “Doğayla Sözleşme (Contrat Naturel)” kitabında M. Serres, insan türünün kendi türünün de sonunu hazırlamakta olduğuna vurgu yaparak şunları ifade ediyor.

O halde, bu konularda kullanıp durduğumuz çevre sözcüğünü unutun gitsin. Bu sözcük biz insanların , evrenin göbeği, doğanın efendileri ve sahipleri olan bizlerin, çevremizde dönüp duran şeyler sisteminin merkezinde durduğumuzu varsayıyor. Bu, dünyanın merkezine yerleştirilmiş Yeryüzünün (bizi temsil ettiği nasıl düşünülebilir?) narsizmimizi, bizi şeylerin merkezine ya da mükemmel tamamlanmışlıklarına yükselten o hümanizmacılığı yansıtan bitmiş bir çağı anıştırıyor. Hayır. Yeryüzü düşleyemediğimiz atalarımız yokken de vardı, bizler bugün olmasak da var olabilirdi ve olabilecek, çocuklarımızdan bir teki bile olmaksızın, yarın da, çok daha sonra da var olacak; oysa biz onsuz var olabilemeyiz. Öyle ki şeyleri merkeze, bizi de onların çevresine ya da daha iyisi, onları her yere bizi de, tıpkı asalaklar gibi, onların bağrına yerleştirmek gerekiyor.

Bakış açısındaki değişiklik nasıl ortaya çıktı? İnsanların gücüyle ve insanların tutkusu adına…” Ve M. Serres toplum sözleşmeleri, anayasalar gibi; bir de doğayla sözleşme yapılmasının gerekliliği üzerine yüksek sesle düşünüyor ve sorular soruyor:

“Ortak yaşam hukuku karşılıklıkla tanımlanır: Doğanın insana verdiğince, insan da, bir hukuk öznesi haline gelmiş olan doğaya vermek zorundadır. Bilgilerimizi edindiğimiz bilimlerimizin nesnelerine örneğin, karşılık olarak ne veriyoruz? Oysa eskiden,çiftçi emeği sonucu birkaç meyvesini kopardığı toprağa olan borcunu, ona karşı gösterdiği ilgisiyle, güzellik olarak ödüyordu. Dünyaya neyi geri vermek zorundayız. İade programlarımıza ne yazmalı?..”

“Dünyayı esirgemek için aramızdaki barışa ve kendimizi esirgemek için dünya ile barışa karar vermek zorundayız…” (Doğayla Sözleşme, Michel Serres, Yapı Kredi Yayınları.)

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums