- 14.03.2012 00:00
CHP'nin siyaset tarzı yapıcı değil yıkıcı muhalefet anlayışına dayanıyor. Hükümet ne yapıyorsa kötüdür, engellenmelidir, ülke zarar da göre AK Parti olumlu adımlar atmamalıdır... 'AK Parti'nin siyasi fayda sağlamasındansa Türkiye'nin kaybetmesi evladır' şeklindeki siyaset anlayışı hakperestlikle ve milletperverlikle bağdaşmadığından kamuoyu tarafından takdir edilmez, kerih görülür. Son olaylar daha iyi gösterdi ki, CHP'nin yeni yönetimi, eskinin siyaset anlayışını aynen devam ettirmektedir.
4+4+4 yasa düzenlemesi sırasında yaşananlar, CHP yanlış bir uzlaşı anlayışına sahip olduğun ortaya koydu. CHP kendi dediğini yaptırmayı, orta yol diye takdim ediyor. Bir nevi hükümeti demokratik esarete almak istiyor. Hükümet onun izin verdiklerini yaparsa ne ala, yoksa demokrasiyi kilitlemeyi, sistemi paralize etmeyi tercih ediyor. İmam-hatip düşmanlığının dayatmacı siyaset anlayışla bir araya gelmesi, komisyon çalışmasını sabote etmeye dönüştü.
AK Parti CHP'nin istemediği bir yasal düzenleme yapmaya kalktığında sistemin kilitlenmesi demokratik muhalefet şekli olarak görülemez. CHP, muhalefetteyken iktidar gibi belirleyici olmak istiyor, ama bunu demokrasiyi felç ederek yapıyor. Masada konuşmanın netice getirmeyeceğini düşünerek masayı tekmeliyor. Komisyonda saatlerce konuşan CHP'lilerin muhalefetin susturulduğunu iddia etmesi hiç anlamlı değil. Usulde uzlaşmaktan anladıkları muhtevada istediklerini yaptırmak...
Aslında bu durum, 28 Şubat'ı bin yıl süreceğini söyleyen askeri vesayet özlemcilerinin siyasi enkazını yeniden diriltmeyi iade ediyor. 28 Şubat sürecinde yaşananları benimsemediğini söyleyen Kılıçdaroğlu, o dönemin metazori uygulamalarını değiştirtmemek için elinden geleni yapıyor.
CHP'nin sorunlu siyaset tarzının bir benzerini Başbakan Erdoğan'ın Kürtlerin CHP'si dediği BDP uyguluyor. Demokratik Açılım sürecinde CHP ve MHP'nin aktif karşı çıkmasına pasif destek veren BDP, hükümetin Kürt meselesinin çözümü için attığı adımları desteklemediği gibi, küçümsemek ve anlamsızlaştırmak için her türlü gayreti gösterdi. Kürtçe televizyon kanalı kuruldu, bunu Kürtleri Türkleştirme, AK Partileştirme operasyonu olarak takdim etti. Bu alanda yaşanan demokratik gelişimi ya küçümseme eğilimine girdi, ya yok saydı ya da bir kandırmaca olarak takdim etti.
En son Milli Eğitim Bakanı'nın kişisel görüş olarak serdettiği Kürtçe'nin seçmeli ders olması konusunu Selahattin Demirtaş yine 'sulandırma' girişimi olarak değerlendirdi. Sivil toplum örgütlerinin, aydınların ve önemli Kürt kanaat önderlerinin vurguladıkları seçmeli ders meselesini bir çırpıda silip attı. Demirtaş'a göre 'bunlar Kürtlerin taleplerini sulandırmak için yapılıyor'muş.
AK Parti'nin attığı her adımı boşa çıkarma veya itibarsızlaştırma gayretinin Kürtlerin hak ve özgürlüklerinin gelişimine nasıl fayda sağlayacağını anlayamıyorum. Yıllardır mağduriyet edebiyatı yapan bu partinin, Kürtlerin menfaatine olacak her düşünceyi bir kaşık suda boğma girişimi içine girmesi, dertlerinin Kürtler olmadığını, açık bir istismar içinde olduklarını gösteriyor.
Siyaset, sorunları çözmek için yapılır ve partiler arasındaki rekabet sorunları derinleştirmeyi değil, hafifletmeyi esas almalıdır. Rakip partiden gelen her hayırlı adımın karşına dikilmek, siyasetin milletin menfaati için değil partinin menfaati için yapıldığını, milletin aslında çok da önemsenmediğini gösterir.
Yorum Yap