- 1.02.2019 00:00
Hayır, Kayahan’ın şarkısından bahsetmeyeceğim; Selim İleri’nin senaryosunda anlatılan sonra aynı adla filme de çekilen ‘bir aşk hikâyesinden’ de bahsetmeyeceğim; bir siyasetçinin bir liderin memleket hikâyesinden, insanlarıyla buluşmasından, onlarla birlikte yaşadığı kolektif heyecanından, ona yönelen sevgi selinden, o insanlarla kurulan içten iletişimden, duygu beraberliğinden bahsedeceğim. O insanları ‘siyasal dışlanmışlık’ çemberine hapsetmek isteyen şartları tasfiye ederek yeni bir toplumsal geleceğe taşıma iradesinin tezahüründen söz etmek istiyorum.
Sabah siz daha evinizden çıkmamışken onu, ekranda Ankara veya İstanbul’da bir uluslararası toplantıda konuşurken, yolda arabanızın radyosundan Edirne’de konuşma yaparken duymuşsunuzdur. Siz işyerinizde çalışırken o, bu defa Bartın’da, Zonguldak’ta veya Karabük’tedir, siz işten çıkıp akşam evinize geldiğinizde onu, bu defa Diyarbakır veya Van’da konuşurken bulduysanız, bu duruma önceleri şaşkınlıkla baksanız da, şimdilerde muhtemelen çoktan alışmışsınızdır. Başkan Erdoğan’ın doğrudan, yalın, ‘Kardeşlerim’ diye seslenişi hâlâ kulaklarınızdadır.
SİYASETİN DİLİ
Bu durumu anlamak için önce bu toplumu anlamak gerekir: Bu ülke, İmparatorluk sonrası neredeyse yüz yıl sadece ‘az gelişmiş ülkeler’ arasında bir yerde kategorize edilmekle kalmayıp, resmi aydınlarının doğrudan doğruya ‘biz adam olmayız’ deyip durarak aşağılık duygularını dışa vurarak, üstelik ülkenin kaynaklarını heba ederek yaşadıkları bir yerdir. Bunlardan bazıları 1970’li yıllarda o günkü İtalya’nın seviyesine gelmek için Türkiye’nin asgari 270 yıl beklemesi gerektiğini söylemekteydiler!
Bu sosyal psikolojiden çıkmak için, çok beklemek gerekmiştir. Çünkü ülkeye hâkim olanlar onu bu şartlara mahkûm gören iktidar elitleri, toplumun değişmesinden endişelidirler. Bu değişimin ekonomik kalkınmayı başlatacak bir ivme kazanmasından da siyasal düzenin, devlet üzerinde tahakkümlerinin yıkılmasından da endişelidirler, çünkü değişimin siyasal yapıya sirayet etmesi yani demokratikleşme sürecinin ilerlemesi onların tahakkümlerinin sonu olacaktır.
LİDER VE TOPLUM
Bunda 1950 sonrası iktidara gelen ‘sağ’ diye nitelenen partilerin örgütsüzlüğü, zayıflığı, ideolojik tahakküm karşısında zaafları, dahası lider sorununun önemli payının olduğu açıktır. Devlete dayanan bu siyasal anlayış, 27 Mayıs militarizmini arkasına almış bürokratik tahakküm zümreleri bu güçsüz örgütsüz, lidersiz ‘sağ’ partileri cuntalarla, darbelerle tehditlerle baskıyla susturduktan sonra, toplumsal değişimin biriken enerjisi/tepkisi adeta bir demokratikleşme depremi yaratmaya hazırlanmaktaydı.
Liderliğin okulu yoktur, ‘hadi bir lider yetiştirelim’ diyerek ancak bir operasyonla bir partiye Genel Başkan yapabilirsiniz fakat o lider olmaz. Lideri tarih yaratır. Lider önce halkının ruh dünyasıyla özdeşleşen, toplumun birikimiyle duygusal olarak bütünleşen, toplumsal değişme taleplerini siyasete taşımayı inanç haline getiren siyaset adamıdır. Halkına uygulanan ‘siyasal dışlanmışlık’ zincirini parçalayıp, devleti demokratikleştiren, toplumu özgürleştiren insana lider denilir. Bu memleket sevgisi, bu millete hizmet tutkusu, Edirne’den Kars’a kadar bu ülkeye yeni bir aşk hikâyesi yazmıştır.
Yorum Yap