- 18.07.2018 00:00
İslam ülkelerinde ortaya çıkan sorunlar dönüp dolaşıp aynı soruların tekrar sorulmasına neden olmaktadır. İslam ülkelerinin büyük ölçüde 17.yy. diye tarihlenebilecek bir zamandan sonra geri kalmışlığını neyle açıklamak lazımdır? Burada DEAŞ, FETÖ gibi uluslararası mücadelelerin bir uzantısı olarak daha çok istihbarat örgütlerinin kullandığı, onlarla irtibatlı bulunan kriminal örgütleri kastetmediğimi fakat onların ürediği zihniyet yapısını da işin içine dâhil ettiğimin altını çizmek isterim.
“Üzerinde durmaya çalıştığım sorulardan biri, İslam’ın bir din olarak, bu ülkelerin geri kalmışlığıyla veya zihniyet olarak özgür düşünceye, bilimsel gelişmeye uzaklığı arasında bir irtibat kurulup kurulamayacağı meselesidir.”
Sosyal bilimlerin temel kabulüne göre, toplumsal gelişme sürecini, toplumun motivasyonunu organize eden inançları, dinleri hatta ideolojileri görmezden gelerek açıklamak mümkün değildir fakat toplumsal kurumları, bu kurumlar arasındaki etkileşimleri, doğrudan o süreç içinde yer alan toplumsal aktörleri, toplumsal ilişki modellerini, zihniyet yapılarını ve elbette ki başka toplumlarla etkileşim biçimlerini dikkate almadan açıklamak da mümkün değildir.
İLK AYDINLANMA
Vurgulamaya çalıştığım gibi aynı dine mensup toplumlar tarihin bir döneminde bilimde, sanatta, kültürde büyük atılımlar gerçekleştirip ileri toplumsal gelişme aşamalarına geçip, medeniyet kuracak seviyelere geldikleri halde yine aynı dine mensup olanların bu gelişme seviyelerinden ve dinamizmden uzaklaşarak, geri bir konuma düşebilirler. Bu sürecin yaşandığına örnek vermek için tarihin muhtelif aşamalarında farklı dinlerden farklı örnekler göstermek mümkündür.
O halde bu süreçlerde sorunu ‘dinin’ kitabında veya ‘vaz edilenlerde’ değil dinle kurulan ilişki biçiminde, dinin algılanmasında, dini yorumlama yönteminde, yorumcuların ‘zümresel niteliğinde’, dini hayatı düzenleyen, eğitim de dâhil kurumsal yapılarda ve ‘dini cemaat veya cemaatlerin zihniyet yapılarında’ aramak lazımdır. Bir başka ifadeyle sorun dinde değil o toplumsal ilişkilerde, siyaset süreçlerinde, ekonomik ilişkilerde kısaca toplumun sosyolojisinde yatmaktadır.
Şurası artık konuyla ilgili hemen herkesi kabul ettiği bir gerçektir ki, İslam doğuşundan itibaren önce Arap yarımadasından başlayarak bütün Ortadoğu, Asya, Afrika ve Balkanlar’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada bir ‘aydınlanma devri’ başlatmıştır. İslam Peygamberi ile Arap yarımadasında başlayan toplumsal değişme dalgası, hızla genişleyerek yeni bir medeniyetin yükselişini hazırlamıştır. Müslümanlar bu coğrafyanın dışına açılıp, başka kültürlerle yüz yüze gelince yeni sorularla karşılaşmışlar, o sorulara cevap verecek yeni düşünce akımları yaratacak düşünsel enerjiyi ortaya koymayı başarmışlardır. Esas olarak bu cevabı verecek ‘yaratıcı düşünce’ sayesindedir ki ‘İslam ve gelişme’ kavramı uzun çağlar hep birlikte anılmıştır.
MEDENİYETİN TEMELİ
Buradaki tespit şudur; İslamiyet’in ilk medeniyet dalgasının arkasında temel motivasyon Hz. Peygamber’in temsil ettiği liderlik, anlayış, kültür kurucu, medeniyet inşa edici misyon ve onun yarattığı inanç ve heyecan dalgası bulunmaktadır; daha sonra bu yaklaşımı benimseyen devlet aklı, bilim adamları, sanat ve kültür ortamı muhtelif halklar tarafından heyecanla benimsenerek İslam yayılmıştır.
“Önce İranlıların arkasından Orta Asya’da Türklerin katılmasıyla İslam yeni toplumsal enerji kaynaklarına sahip olmakla kalmamış, yeni kültür havzaları yükselmiştir; öte yandan siyasi olarak yeni temsilciler tarih sahnesine çıkmıştır.”
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini, esas itibarıyla İslam medeniyetinin düşünce ve kültür kaynaklarının Moğol tahribatına maruz kaldığı zamanlardan sonra siyasi olarak yeni bir gelişme hamlesinin ifadesi olarak tarih sahnesine çıkarak, İslam medeniyet değerlerinin ömrünü uzatan yeni bir dönemin başlangıcı olarak görmek lazımdır. Türklere dikkatli bakmak gerekir!
Yorum Yap