- 8.02.2018 00:00
Bakmayın siz akademik unvan bolluğuna, bu ülkede âlim kolay yetişmiyor; peki yetişenlerin kıymeti biliniyor mu? “Ülkenin İstanbul, Ankara başta olmak üzere klasik üniversite geleneğinin dışında kalan nispeten yeni üniversitelerinin önündeki en büyük problem, üniversiteyi özgür bir bilim ortamı olarak görmek yerine ‘bürokratik bir devlet dairesi haline getiren’ idari anlayıştır. 28 Şubat sürecinde bu anlayışın nasıl oligarşik bir yapıya dönüştüğünü ve nasıl tahribat yaptığını bırakın taşradaki üniversiteleri o zamanın ünlü(!) İstanbul Üniversitesi ve YÖK yönetimlerinin uygulamalarından hatırlamak, üniversite adına yüz kızartıcı bir durumdur.”
Hüsamettin Arslan bütün bu dönemin rezaletlerini Bursa’da yaşadı, bunu en iyi bilen bu baskıları birlikte yaşayan Dr. Murat Yılmaz’dır. Hüsamettin’in cenazesine giderken, Dr. Yılmaz o dönemde Bursa’da üniversite yaşadıklarını anlatırken, üzüntümüz bir kat daha artmıştı; o günkü ortamı bilmesek, ‘gerçekten bunlar üniversitede mi yaşanmıştı’ diye sormak gerekebilirdi!
BİLGİ NEDİR?
“Çarşamba günü toprağa verdiğimiz sevgili kardeşim Prof. Dr. Hüsamettin Aslan’ın Türk bayrağına sarılı tabutu başında beklerken kısa bir anda ne kadar olayı art arda birlikte düşündüğümü fark etmemiştim. Onunla Hacettepe’deki öğrencilik yıllarımızda başlayan arkadaşlığımız, İstanbul’da Çorlulu Ali Paşa’da Erenler’de buluşmalarımız, Bursa’ya gidişi, sonraki karşılaşmalarımız ve onu son kere bayrağa sarılı tabutta görmek. Bunlar, ancak sonradan düşününce fark edilebiliyor ne kadar uzun yıllar fakat ne kadar kısa bir zaman!”
Hüsamettin Arslan gerçek bir düşünce adamıydı; Hacettepe’de fakülte koridorlarında tanışıp arkadaş olmamızın sebebi de koltuğunun altından düşürmediği kitaplardır. Ders kitaplarının dışında önceleri edebiyat ağırlıklı kitaplara yoğunlaşmıştı, tarih okuyan bir yüksek lisans öğrencisinin Cemil Meriç; Otavio Paz kitaplarıyla haşır-neşir olması dostluğumuzun kapısını aralamıştı. O günlerde Türkiye’nin toplumsal ve ekonomik yapısıyla ilgili kitaplarla ve özellikle ‘İmparatorluğun sanayi devrimine neden giremediği’ ile ilgili tartışmalara odaklanmıştım; bunları kendisiyle uzun uzun tartışıp duruyorduk.
Bir gün fakülte koridorunda karşılaşıp biraz sohbetten sonra, dersim olduğunu ve işi yoksa birlikte gidebileceğimizi söyledim. Bilgi ve Toplum dersi, adından da anlaşılacağı gibi epistemoloji teorilerini ve felsefi sorunlarını ele alan bir dersti; Prof.Dr. İbrahim Armağan hocayla başlayan, sonra Doç.Dr. Ahmet Saltık hocamızla (kendisini rahmetle anıyorum) devam eden bu derse birlikte girdikten sonra, hocadan izin isteyerek yıl sonuna kadar bu dersi ısrarla takip edecekti.
GERİYE KALAN
“O sene bittiğinde Hüsamettin’in ilgi alanının tarih ve edebiyattan sosyolojiye doğru kaymaya başladığını fark etmemek zordu. Burada önemli bir husussun altını çizmek gerekir ki kendisi Fransa’da doktora çalışması yapmış olan hocamız konuya ‘materyalist bilgi teorisi’ ekseninde bakmaktaydı. Hüsamettin’le daha sonra her karşılaşmamızda neden Hermönitik’te yoğunlaştığını, yöntem konusunda ‘anlam ve değer’ üzerinde durduğunu konuşurken, bilim diye ortaya konulan bilimle özdeşleştirilen bir dönem anlayışı olarak ‘pozitivizm ve materyalizmin’dışında farklı yaklaşımlara yönelmesinde o derste yaşadığı ‘şokun’ etkisinden söz etmiştir.”
Hüsamettin Arslan, arkasında birincisi, birçok eser, çeviri yanı sıra bir bilim anlayışı, yöntemsel bir iz; bir de vatan ve sarılı olduğu bayrağının sevgisini bırakıp gitti. Yetişmiş bilim adamlarının kıymetini üniversiteler bilmiyor; ya bilim ve kültürle ilgili kurumlar, bakanlıklar biliyor mu, diye sormanın bir anlamı var mı? Mekanı cennet olsun.
Yorum Yap