- 18.09.2017 00:00
İçinde bulunduğumuz zamanlarda yeni bir tarih yazılmakta, uluslararası sistem hızla değişmektedir. Bundan yaklaşık elli yıl sonra bu dönemi değerlendirecekler için tarihin kırılma anlarının nasıl yaşandığına dair, şimdi biz içinde yaşayanların göremediği, birçok husus daha açık bir şekilde ortaya konacaktır. “Bugün bütün eski taşlar yerinden oynamıştır. Ortadoğu haritasında sistemin yapmak istediği değişikliklere ve bunlara karşı çıkanlara bakınız. Son Astana toplantısında ortaya konan ‘Türkiye-Rusya-İran mutabakatı’ pratik olarak Batı’ya karşı verilmiş bir cevap olmanın ötesinde bu coğrafyaya yapılan müdahalelere kimlerin işbirliği içinde karşılık verdiğini de gözler önüne sermektedir.”
S-400 füze meselesi, PKK/PYD, DAEŞ, FETÖ yapılanmaları üzerinden Türkiye’ye yöneltilen terör saldırıları karşısında Batılı müttefiklerin kimin yanında yer aldığı hususu, bunlar bir mücadelenin sadece görünen kısımlarıdır; asıl mesele Doğu-Batı çelişkilerinin artması ve mücadelenin iktisadi, siyasi boyutlarının giderek daha keskin hale gelmesidir. Doğu- Batı mücadelesi modern zamanlarda kapitalizmin iki evresiyle Batı sömürgeciliği ve emperyalizm aşamalarıyla Batının hakimiyetiyle sonuçlanmıştı; şimdi bu dönemin sonuna gelinmiş bulunmaktadır.
Batı kimdir?
Anadolu coğrafyası Doğu-Batı ilişkilerinde neredeyse bütün zamanlarda merkezi bir role sahip olmuştur; Batı uygarlıklarının hakim olduğu dönemlerde onların iktidarının kontrol noktası olmak gibi bir rol oynarken, doğu uygarlıklarının hakim olduğu zamanlarda da onların güç merkezi olmuştur. Bu durum eski çağlarda olduğu kadar, orta zamanlarda da yaşanmış bir gerçekliktir. Bu topraklar, yaklaşık bin yıllık Türk hakimiyeti döneminde de Doğu-Batı çatışmasının merkezidir.
“Türkiye Batı sisteminin içinde yer almak için Tanzimat’tan bu tarafa çok çaba sarf etmiştir, imparatorluğun ‘Batılılaşma macerası’, dünyanın en büyük, en uzun ömürlü imparatorluğunun tasfiye olmasıyla sonuçlanmıştır. Cumhuriyet dönemindeki Batılılaşma hikayemizin Dünya Bankası; IMF, NATO, AB, gibi Batılı siyasal ve iktisadi kurumlarla girdiği ilişkilerde geldiği yer,‘Batı ittifakı’ içinde yer almamıza rağmen vardığımız nokta ise ortadadır.”
Doğu-Batı çatışmasının merkezi neresidir? Bu soruya ‘biz hem Doğuluyuz hem Batılıyız’ diye düşünen birçok kimsenin doğru bir cevap vereme şansı bulunmamaktadır. Bir defa bu tür özgüven eksikliği taşıyan ifadelerin hiçbir şey anlatmadığını, bizim Batılı olmak gibi bir imkanımızın olmadığı gibi, böyle bir şeye de ihtiyacımızın bulunmadığını belirtmek gerekir.
Merkezde kim var?
Unutmayalım ki, Doğu denildiğinde bin yıldır Avrupalı’nın gözünde sadece bu coğrafya ve bu topraklarda yaşayan siyasi varlık sahibi olan Türkler/Müslümanlar vardır. Ayrıca ‘biz de Batılıyız’demenin hiçbir anlamı yoktur, çünkü bu bizim seçimimizle ilgili bir şey değil, tarihsel kültürel bir olaydır ve medeniyetler farklılaşmasının sonucudur.
“Doğu-Batı mücadelesi şimdi, bir anlamda sömürgecilik ve emperyalizm dönemleriyle kurulan Batı hegemonyasının, çökme sürecini ifade etmektedir. Burada Türkiye’nin yeri önemlidir ve merkezi bir konum teşkil etmektedir.”
Batı’nın hegemonya kaybı yeni bir olay değildir, yeni olan bu düşüşün hızlanarak devam etmesidir. Yaklaşık iki yüz yıllık ‘Batı hegemonyasının’ siyasal olarak çözülmesi kaçınılmaz bir biçimde sistemin hırçınlaşmasına sebep olmaktadır. Çok değil 21. yüzyıla girerken ‘Batı sistemi küreselleşme rüzgârını arkasına alarak dünyanın geri kalanlarının üzerinde tam bir tahakküm kuracak’ diyen ‘neo-liberal ideolojinin sözcüleri’, küreselleşmenin hiç de onların ümit ettiği gibi esmediğini, tam aksine Batı dışı dünyayı harekete geçiren dinamikleri yarattığını görmektedirler. Bunda şaşılacak bir şey yoktur, tarih değişmelerden ibarettir ve Türkiye bu değişimin merkezinde bir yerde durmaktadır.
Yorum Yap