- 5.06.2019 00:00
Türkiye'de halk baskıyla, emirle oy vermez... Olsa olsa “tek başına” hükmetmek isteyene bir süre kredi tanır… Ama sonradan seçtiğini iktidardan indirmesini de bilir... Türkiye'de 1950'den beri, bu halk hep askeri ya da bürokratik otoriteye karşı oy kullanmıştır... Hem de istisnasız...
1950'de cumhuriyetin kurucu kadrolarının tüm devlet olanaklarını kullanmalarına ve kuruluştan beri tüm devlet organlarını ellerinde bulunmalarına rağmen, "söz milletin" parolasıyla kimsenin beklemediği bir sonuçla Demokrat parti seçimleri kazandı...
1960'da, 27 Mayıs'ın darbecilerinin binlerce kişiyi hapislere atmasına, devirdikleri başbakanı ve iki bakanı idam etmelerine, yaptıkları anayasa ile otoritelerini sağlama almalarına rağmen ve halkın gözünü korkutmalarına rağmen seçime soktukları ve destekleri partiyi değil Adalet Partisi'ni seçti bu halk...
1971 12 Mart darbesininin "güçlü" generalleri de aynı dersi aldılar... Derdest edip Hamzaköy'ye hapsettikleri partiler ve liderleri tekrar iktidara geldi bu halkın oylarıyla... Sonrasında, hiçbir seçim kazanamayan CHP’yi Ecevit’in başkanlığında, Türkiye’nin en çok oy alan (%42) partisi yapıp iktidara taşıyan da bu halktı…
1980'in 12 Eylül'ünde darbeyle devleti ele geçiren generaller, akıllandıklarını sandılar ve bu sefer aralarından bir generale kurdurdukları bir partiyle seçime girdiler... Sonuç yine hüsrandı... Bu halk baskıya ve korkuya değil, kendi istediği partiye verdi oylarını... Generalleri parmakarası plaj terliği, çiçekli tişört ve donla karşısında hazırol durduran Özal geldi iktidara...
Sonrasını biliyoruz... Muhtıralar, kafa tutmalar, gözdağı vermeler para etmedi ve yine aynı halk, bu sefer AK Parti'yi seçti... Hem sivil despotların, hem generallerin karşı koymasına, tehditlerine rağmen de iktidarını pekiştirdi AK Parti... Ne kadar saldırılırsa, o kadar güçlendi AK Parti... Muhalefet edenler o hale geldiler ki, AK Parti ve onun başkanı Erdoğan'a karşı olmanın dışında siyaset üretemez hale geldiler... "Tayyip gitsin de ne olursa olsun"dan, "seni başkan yaptımiycez" cazgırlığına kadar her şeyi denediler... Ve Erdoğan'ı olabildiğince güçlendirdiler...
Bu arada Erdoğan'nın bizzat kendi arogant tavrı, sevimsiz atakları, birleştiren değil bölen tavırları aslında muhalefetin eline çok büyük imkanlar verdi... Ama muhalefet siyaset üretmektense “Tayyip düşmanlığı”ndan başka bir şey sunamadı halka… Ve uzun sözün kısası, bu halk Haziran 2016'da AK Parti ve Erdoğan'a unutamayacakları bir ders verdi... Salt çoğunluğu kaybetti AK Parti... Karşısında tek ortak paydası "Tayyip düşmanlığı" olan %60'lık bir blok seçildi bu halk tarafından... Bu, bu halkın demokratik tepkisi ve tercihiydi... Ne oldu... Bu %60'lık blok aralarında en ufak bir uzlaşma gösteremediği ve sadece Erdoğan'a saldırmakla siyaset yaptığı için, sadece 6 ay içinde, bu halk tekrar Erdoğan'a salt çoğunluğu verdi...
Şimdi farklı bir seçim kampanyası yaşıyoruz... Erdoğan, bir belediye başkanı adayına karşı seçim yürütüyor… İstanbul’a büyük şehir belediye başkanı adayı olan şahıs "seni başkan yaptırmıycaaaaz" kolaycılığına kaçmıyor... Meydanları birleştirici, kendi partisine bile ters gelen, destekçisi tüm siyası parti ve gruplara saygılı ifadelerle dolduruyor… Sonuç ne olur, seçilirse neler olumlu, demokratik yönde değişir bilmiyorum... CHP'nin tarihsel yapısına bakınca pek de umutlu olamıyorum şahsen... Ama önemli değil bu... Önemli olan, 2016 Haziran seçimleri sonrası gibi oluşabilecek bir tablodan nasıl bir "uzlaşma" çıkar... HDP'nin yerel seçimlerdeki “uzlaşma kültürüne” uyan tavrı hala daha da netleşerek sürmekte… Bu, özellikle CHP’nin korkak, ürkek müttefik tavrına rağmen sürmekte… Bu tavır olası bir seçim başarısından sonra da sürdürülürse, ülkede “uzlaşma kültürünün” gelişmesine büyük yardım olur ve gelecek için ümit ışığıdır… Demirtaş’ın hücresinden gönderdiği uyumlu, kavgacı değil birleştirici, kendini değil olumlu politikayı öne çıkaran mesajları HDP’nin özellikle erkek eşbaşkanına örnek olmalı...
Doğruyu söylemem gerekirse, balık öylesine koktu ki, bir sarsıntı belki AK Parti'yi bile görece doğru yörüngeye sokabilir... Güldüğünüzü duyar gibiyim… Ümit fakirin ekmeği, naapiym… Olmazsa! Olmazsa olmaz... Hangisi oldu ki bugüne kadar olmasını istediklerimizden... İşte, laf olsun diye yazıyoruz...
Yorum Yap