Faşizmin halleri…

  • 10.02.2020 00:00

 Ünlü İtalyan yazar ve düşünür Umberto Eco, 1995 yılında The New York Review of Books’da yayımlanan “Ur-Fascism” başlıklı makalesinde kişisel tarihi ve deneyimlerine dayalı bir faşizm analizi yapar. 

Eco’ya göre İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Avrupa’da örneklerini gördüğümüz faşist-totaliter rejimlerin başka tarihsel koşullar altında başka yerlerde aynı şekilde ortaya çıkmalarını beklemek gerçekçi değildir. Başka bir deyişle, Hitler Almanyası ya da Mussolini İtalyası belirli bir dönemin ürünüdür ve rengini içinde türediği siyasi-kültürel ortamdan alır – tıpkı bir bukalemun gibi. 

Bu, faşizmin tekrarlanmayacağı anlamına gelmez, çünkü faşist rejimlerin altında “bir düşünme ve hissetme şekli, bir dizi kültürel alışkanlık, karanlık dürtüler ve tanımlanması zor eğilimler” yatar. Faşizm teriminin dilbilimdeki anlamıyla bir “kapsamlayış” (bir kavramı daha dar veya daha geniş anlamda başka bir kavramla ifade etme usulü, Türk ordusu yerine Mehmetçik denmesi gibi. İngilizcesi “synecdoche”) niteliği kazanmasının nedeni de budur. Faşizm farklı siyasi ve felsefi düşüncelerin birleşiminden oluşan bir kolaj, Eco’nun terimiyle “çelişkiler yumağı bir arı kovanıdır”. Faşizm bir oyunsa, bu oyunu oynamanın bin bir biçimi vardır ama kurallar değişse de oyunun adı değişmez. 

Eco bu makalesinde faşizmi faşizm yapan özellikleri de sayar. Bunlar sırasıyla gelenek kültü, modernizmin reddi, eylem için eylem yapma eğilimi (eylemi düşünceden önemli görme), analitik düşünce karşıtlığı, farklılığa tahammülsüzlük, kişisel ya da toplumsal mutsuzluklardan, hayalkırıklıklarından beslenme, milleti yüceltme, düşmanları aşağılama, hayatı sürekli bir mücadeleden ibaret görme, zayıf olanı küçük gören bir elitizm, kahraman kültü, maçoluğun yüceltilmesi, seçici bir popülizm (bireyleri ortak iradeye tabi kılan bir bakış açısı) ve gerçekleri çarpıtan, basit ve simgesel bir dil kullanımı (Orwell’den esinle “newspeak”).

Umberto Eco’nun kısaca özetlemeye çalıştığım makalesini temel alarak soralım. 2020 yılı dünyasında faşist-totaliter rejimler var mıdır? Eğer faşizmi paramiliter örgütler, korporatist bir siyasi-ekonomik düzen, yayılmacı, hatta soykırımcı bir dış politika gibi özelliklere sahip Hitler Almanyası ya da Mussolini İtalyası’na indirgeyecek olursak elbette yoktur. Totaliterliğe en yakın örnekler olarak aklımıza gelebilecek İran, Suudi Arabistan, Kuzey Kore, Çin ve Rusya gibi ülkeler birçok yönden 1930’lar faşizminden ayrılırlar. 

Peki, faşizmi belirli bir döneme özgü katı bir siyasi yapı, bir rejim türü olarak değil de Eco’nun tanımladığı gibi bir düşünce biçimi olarak kabul edersek? Faşizm sadece karizmatik liderleri, iktidarı elinde bulunduran siyasi elitleri etkisi altına alan bir dünya görüşü müdür? Ya o liderleri destekleyenler? Sıradan bireyler ya da kitleler? Onların desteği olmadan faşist liderlerin iktidarı ele geçirmesi ya da iktidarda kalması mümkün müdür? Sadece paramiliter yapılara dayanan bir rejim ayakta kalabilir mi? 

Bu soruların cevaplarını çoğumuz biliyoruz. Ama halk dediğimiz kitle siyasetin kutsalı olduğu için açık cevap vermekten kaçınıyoruz. Demokrasiden daha iyi bir yönetim biçimi olmadığı, varsa da bunu henüz keşfetmediğimiz için susuyoruz. Elitist damgası yemekten korktuğumuz için sesimizi çıkarmıyoruz. Oysa halk sadece sıradan bireylerden, “sessiz çoğunluktan” oluşmuyor, elitleri de içeriyor. Yani popülizm-elitizm ikiliği yapay bir ikilik. Popülistlerin anti-elitizm üzerinden siyasi rant üretmesini, elitlerin de tüm suçu kitlelere yükleyerek siyasi sorumluluk üstlenmekten kaçınmasına yarayan bir siyasi rant üretme aracı. 

Somutlaştıralım. Yüzlerce kişinin can verdiği, binlercesinin evsiz kaldığı Elazığ depreminden sonra HDP Genel Merkezi – diğer tüm partiler gibi – bir başsağlığı mesajı yayınladı. Mesajın içeriğinde garip bir şey yoktu: “Elazığ’da yaşanan ve pek çok ilde hissedilen 6.8 büyüklüğündeki depremden dolayı bütün halkımıza büyük geçmiş olsun diliyoruz. Yetkilileri derhal harekete geçmeye ve gerekli tedbirleri almaya çağırıyoruz. Halkımıza acil dayanışma çağrısı yapıyor ve heyetlerimizi oluşturuyoruz.”

Bu mesaja Twitter’da verilen ilk yanıt şu oldu: 

“Gelecek yardım senden gelecekse ölelim daha iyi.” 

Bu yanıtı başkaları takip etti (imla bozukluklarına dokunmuyorum): 

“Devlet gereken tedbiri alır sen kafanı yorma. Kızarız küseriz ama devletin varlığını böyle zamanda hissederiz biz. Boş yapmayın.”

“Gerekli çabalarınız için yorulmayın. Türkiye size mi kaldı.”

“Ülkemizde sizi görmektense depreme razı oluruz.”

“Ne tedbiri alıyosun acaba milleti toplayıp dağa mı kaçırıcan şerefsiz?”

“Kanlı elleriniz ile sadece kirli bedenlerinize dokunun.”

“Sizden hiç geberen olmadı mı?”

“Ülkücüler diyarı Elazığlı kardeşlerimizin sizin taziyenize de yardımına da ihtiyacı yok köpekler.”

“Oturun oturduğunuz yerde. Ya da oturmayın terk edin ülkeyi kendi başımızın çaresine bakarız biz.”

“Her depremzedeye karşılık bir PKK’lı intihar etse bu MSB bütçesine katkı, dolayısıyla da depremzedelere gerçek bir desteğe dönüşür. Hadi barış (!) güvercini! Kafana bir mermi sık, cehenneme git ve depremzedelere gerçek bir katkıda bulun.” (Bu twit’leri atanların çoğunun anonim hesap olmadığını belirtelim.)

Bu cevapları Umberto Eco’nun sıraladığı faşist “düşünme ve hissetme şekli”nin 14 özelliği üzerinden düşünelim. Farklılığa tahammülsüzlük, devleti ve milleti yüceltme, düşman olarak algıladığı ötekini aşağılama, hatta insandan saymama (“köpekler”), ötekinin “memleketi terk etmesini” ya da yok olmasını (“gebermesini”) dileme, kendini (ve “ötekini içermeyen” milleti) her tür melanetle basa çıkabilecek bir kahraman olarak görme (“kendi başımızın çaresine bakarız biz”) ve elbette koyu bir maçoluk (“Ülkücüler diyarı”).

 Bu şekilde düşünen ve hisseden bireyleri faşist olarak tanımlamayacaksak ne şekilde tanımlayacağız? Irkçı, ayrımcı? Irkçılık ve ayrımcılık faşizmi faşizm yapan temel özellikler değil mi? Bu bireylerin destekleyeceği siyasi hareket, parti, lider klasik, dar anlamıyla da faşist olmaz mı? Daha da ileri gidelim. Türkiye’de adı konmamış da olsa paramiliter örgütlenmeler yok mu? Son bekçi alımlarını nasıl değerlendirmeliyiz örneğin? Sözlük tanımıyla korporatist bir ekonomik düzen yok, evet. Ama bürokrasiden yargıya, medyadan iş dünyasına hemen her alan tek bir ideolojinin ve liderin emrine tabi değil mi? 

Ve daha da önemlisi. Faşizm sadece “cahil”, “eğitimsiz”, yoksul kitlelere mi özgü? Peki, yine Elazığ depreminden sonra atılan şu twite ne dersiniz? “Elazığ Tr’nin en bağnaz, en cahil, en paranoyak, cinsel saplantılı, maddi ve manevi tecavüz kültürü gelişkin kentidir. Gasp edilmiş emlak üzerine kuruludur, inkâr edilmiş kimliklerden örülü bir hapishanedir. İdolü Mehmet Ağar’dır. Çocuklara yazık tabii, onlar suçsuz.”

Sosyal medyayı düzenli takip etmiyorsanız bu twiti atanın özellikle liberal-sol camianın entelektüel birikimi nedeniyle el üzerinde tuttuğu, benzer skandallarını “delidir ama bizdendir” diye geçiştirdiği biri olduğunu not edelim. Ve lafı daha fazla uzatmadan bitirelim. 

Faşizm sadece 1930’lara özgü bir rejim tipi değil, aynı zamanda bu tür rejimlerin altyapısını oluşturan bir “düşünce ve hissetme biçimi”. Elit ya da entelektüel olmak faşist olmaya, faşizan düşünce biçimini yeniden üretmeye engel değil.

Ve faşizm bugün de en az eskisi kadar canlı ve güçlü. 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums