Seçimler ya da "insanlık krizi'nden" çıkmak

  • 3.02.2018 00:00

 Bir önceki yazımda Albert Camus’nün 1946 yılında ABD’de verdiği “İnsanlık Krizi” başlıklı konuşmadan bahsetmiş, bu krizi tanımlamak için anlattığı dört kısa hikayeyi aktarmıştım.

Kısaca hatırlatırsak, yazara göre İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan trajedileri mümkün kılan ahlaki çöküş, bir insanlık krizine işaret etmektedir. Kitlelerin ölümlere, işkencelere, sürgünlere kayıtsız kalmasına neden olan bu krizdir.

Camus konuşmasında insani insan yapan değerlerin ayaklar altına alındığı bu düzene karşı direnme yolları da önerir. Sonuçta başta kendi ülkesi Fransa’da olmak üzere, bu barbarlığa ve şiddete karşı direnen, bu uğurda hayatını kaybetmeyi göze alan insanlar da vardır.

Farklı coğrafyalardaki direnişçileri birleştiren, sınırları aşan bir dayanışma yaratan temel değer, “insanlık onuru”dur. Başkaldıranlar, insanlık onuruna saygı duyanlardır. Amaçları sahip-köle düzenini yıkmaktır, çünkü bu düzende taraflar eşit değildir.

Esaret, suskunluğa yol açar; esaretin doğurduğu suskunluk da suskunlukların en korkuncudur. Dolayısıyla esaretin sona ermesi, herkesin özgür olması gerekmektedir. İnsan onuru, ancak özgürken savunulur.

Bu felsefi temelin üzerine yeni bir insanlık ideali inşa etmek için atılması gereken somut adımlar da vardır.

Bunlardan ilki, olan bitene adını koymak ve tek bir düşüncenin egemen olduğu her düzenin eninde sonunda katliamlara, acılara yol açacağını kabul etmektir.

“Bir insan, kötü düşündüğü için cani olmaz; cani olduğu için kötü düşünür. Yani tek bir insanı bile öldürmeden de cani olunabilir; belki de bu yüzden çoğumuz caniyizdir.”

Atılması gereken ikinci adım, kadercilikten uzak durmaktır. Verilen kavganın sonunda özlenen ideal düzene ulaşmak mümkün olmayabilir; kurulan düzen farklı açılardan sorunlu olabilir.

Bu, direnmekten vazgeçmemizi gerektirmez. Beklentilerimizi yüksek tutmadan ayaklarımızı yere sıkı basmamız ve elimizden geleni yapmamız yeterlidir.

Şimdi tüm bunları yeniden secim sath-ı mailine giren günümüz Turkiyesi’ne uygulamayı deneyelim.

Öncelikle var olan durumun adını koyalım. 2018 Türkiyesi ne şekilde tanımlarsanız tanımlayın bir tek adam rejimi, yani otokrasidir. Türkiye’yi Çin ya da Kuzey Kore gibi totaliter olarak tanımlanabilecek rejimlerden ayıran tek şey “şimdilik” bazı gruplara kısıtlı da olsa muhalefet etme imkanı tanınmasıdır.

24 Haziran’da yapılacak seçimlerin demokratik olmayacağı açıktır; sonucu bellidir. Otoriterleşme düzeyi henüz Rusya, Mısır gibi ülkelerin düzeyinde olmadığından “lider”, yüzde 80’ler, 90’lar dolayında bir oy oranıyla seçilmeyecektir.

Öte yandan seçimlerde çıkacak sonuç “alınan tüm önlemlere rağmen” istenildiği gibi olmazsa sonuçların geçerli sayılmayacağı da Haziran 2015’te görülmüştür.

Bu, seçimlerin önemsiz olduğu anlamına gelmez. Lider isterse OHAL koşullarından yararlanarak seçimleri tamamen iptal edebilir ya da seçime ittifak kurmadan gitme yolunu seçebilir. Bunları yapmadığına, tersine çeşitli önlemler alarak da olsa seçimi meşru göstermeye çalıştığına göre bu seçim en azından sembolik açıdan önemlidir.

Bu koşullar altında kaderciliğe kapılmamamız, “direnmekten” vazgeçmememiz gerekmektedir. Boykot, çoğunluk ikna edilmediği sürece iktidarın işini kolaylaştıracaktır; dolayısıyla “özlenen ideal” olsa bile direnme yollarından biri değildir.

Bugüne kadar yaptığı tek faydalı iş, Gezi Olayları sırasında polisin Boğaziçi Köprüsü’nü yürüyerek geçenlere müdahalesini engellemek olan, liderin “kardeşim” diye tanımladığı bir ismin etrafında birleşilebileceğini, bu ismin var olan düzeni değiştireceğini sanmak ise hayaldir.

Bunun da ötesinde bir “cemaatler takımadası” olan Türkiye’de “birleşme”nin sağlanabileceğini sanmanın kendisi bir hayaldir.

Etyen Mahçupyan, Ali Bayramoğlu ve benzerlerinin desteklediği adayı solcular, Kürtler, Aleviler desteklemeyecektir. Alevilerin ya da Kemalist seküler kesimlerin etrafında birleşeceği aday, milliyetçi-muhafazar (Sünni) çevrelerden oy alamayacaktır. Kürtlerin ya da solcuların adayı, seküler milliyetçileri de içeren ezici bir çoğunluk tarafından benimsenmeyecektir.

Tek aday üzerinde birleşmek mümkün olsa bile – ki neden olamayacağını açıkladım – liderin bu şekilde alt edilebileceğini varsaymak ise adını koyduğumuz rejimde mümkün değildir.

İdeal olmayan ama yapılabilir olan ilk turda herkesin kendine yakın gördüğü adaylara oy vermesi, seçimler “kazara” ikinci tura kalırsa muhalif adayın mümkün olan en yüksek oy oranına ulaşması için mücadele etmektir.

Koşulların olumsuzluğu, her kesimden bazılarının cemaatçilik engelini aşarak muhalif adaya oy vermesini sağlayabilir. Daha somut ifade edersek, bazı liberaller, kendini laiklik üzerinden tanımlayan ama ulusalcı olmayan kesimler, hatta bazı muhafazakarlar örneğin Demirtaş’a oy verecektir.

Keza bazı solcular ve Kürtler, ikinci tura kalan merkez sağ bir adayı desteklemeyi düşünecektir. Seçimlerin kaderini etkileyecek bir ağırlığı olmayan “düzen değişsin de nasıl değişirse değişsin” diyen kesim, sesini duyuracak bir sayıya erişebilir.

Zaten bu düzende, demokratik olmayan bir seçimde hedeflenmesi gereken de sembolik bir “güç gösterisi”nde bulunmaktır. Bu, muhaliflere özgüven aşılayacak, cemaatçiliğin bir ölçüde geri bırakılması ihtimalini doğuracaktır.

Böylece insanlık krizi sürdükçe “direniş” de sürecektir...

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums