Merhum Türkiye Cumhuriyeti’ne Allah’tan rahmet, sevenlerine sabır…

  • 23.12.2015 00:00

 Artık ne uyanmak için bu sabahlar

Ne de bekliyoruz, beklemek için değil

Üstelik ne de bir karanlıkta anlatıyoruz bu düşünceyi

Ne açıp da ağzımızı tek kelime

Yok, hayır, kaskatı durmuşuz sadece

Edip Cansever, Umutsuzlar Parkı

Yanlış anlaşılmamak için baştan söyleyeyim. Gelinen aşamada sözlerin çok da hükmü olduğunu düşünmüyorum. Söylenmesi gerekenlerin çoğunu henüz iş işten geçmemişken söyledik zaten (birinci çoğul şahıs kullanıyorum, çünkü bunları söyleyen tek ben değildim).

Karanlık bir tünele girmekte olduğumuzu, bu tünele girersek kolay kolay çıkamayacağımızı anlatmaya çalıştık; dilimiz döndüğünce kamuoyunu uyardık.

Ülkeyi yönetenlerin bize kulak vereceğini düşünmüyorduk elbette. Ama toplumun ‘diğer yarısı’, iktidara eklemlenmemiş kesimler, Gezi’de kısa süreliğine de olsa yüzünü gösteren ‘ruh’ belki sesimizi duyar diye umduk. Olmadı. Yanıldık. Yenildik.

O nedenle bu yazı kimse için yazılmıyor. Yazılsa, Sur’da, Cizre’de, Silopi’de yaşayanlar için yazılırdı; ama onlar ölümün gölgesi altında hayata tutunmaya çalışıyor. Bir keskin nişancının mermisine hedef olmadan ekmek almaya, beyaz bayraksız sağlık ocağına gidemeyenlerin içine hapsedildikleri gerçeklikten binlerce km uzakta bir tuzu kurunun klavyesinden dökülenleri okumaya harcayacak nefesleri olmaz, olamaz.

Bu yazı kamuoyunun üzerine çökmüş korku, sinmişlik, umursamazlık perdesine isyan etmek için yazılıyor. İçinde debelendiğimiz bataklığın adını koymak ve geleceğimize dair birkaç söz etmek için.

İç savaşa iç savaş diyebilmek

İlk söylenmesi gereken: Türkiye Cumhuriyeti bir iç savaş tehlikesiyle karşı karşıya değil; şu an yaşanan zaten bir iç savaş.

İç savaşın ‘aynı ülkenin vatandaşları arasında yaşanan çatışmalar’dan ibaret olmadığını bilmek için Wikipedia’ya göz atmak bile yeterli. Literatüre hakim görüşe göre 1) savaşan gruplar aynı ülkenin vatandaşıysa, gruplardan biri iktidarı ele geçirme, bağımsızlık ya da radikal bir rejim/siyasa değişimi arzuluyorsa; 2) savaşta yaşanan can kaybı en az 1000 kişiyse yaşanana iç savaş deniyor.

Türkiye Cumhuriyeti devleti ile PKK arasında 1984’ten beri yaşanan şey, düşük yoğunluklu ya da değil, iç savaş. İstanbul’da, Ankara’da sokak çatışmalarının yaşanmıyor olması bir iç savaşta olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor.

Kaldı ki büyük şehirler de bu savaşın etkilerine karşı bağışık değil. Yüzlerce insanın hayatına mal olan katliamlar, ev baskınları, tutuklamalar, düşünce ve ifade, gösteri ve toplantı düzenleme özgürlüklerine getirilen yasaklamalar, protesto eylemlerinin şiddete başvurularak bastırılması ilk akla gelen örnekler.

Türkiye Cumhuriyeti’ne veda edebilmek

İkinci söylenmesi gereken: Bu iç savaşın sonunda Türkiye Cumhuriyeti bildiğimiz anlamda sona erecek.

Burada kastedilen coğrafi bölünme değil. Güçlü bir orduya, güvenlik mekanizmalarına sahip, Batı ittifakının vazgeçilmezlerinden bir ülkenin Irak ya da Suriye gibi parçalanması beklenemez. Kaldı ki Kürtler homojen bir kitle değil ve bu heterojen kitlenin ezici çoğunluğu ayrılığa karşı. Eşit ve onurlu bir yaşam peşinde.

Peki sona erecek olan ne? Birlikte yaşama iradesi, ortak gelecek tahayyülü, yani ulus olma durumu.

Türkiye bu anlamda kurulduğundan beri bir ulus değildi belki, ama güçlü devlet geleneği ve bunun başat temsilcisi ordu, toplumu -büyük ölçüde zorla- bir arada tutuyordu. Merkezin farklı bir siyasi hareketin eline geçmesi, devlet geleneğinin biçimi değilse de özünün değişmesiyle bu zoraki tutkal da buhara tutulmuş zarf misali kendini bırakıverdi, çözüldü.  Merkezi ele geçiren siyasi İslamcı geleneğin varlığını toplumu bölen fay hatlarını derinleştirme, kendisi gibi düşünmeyenleri yok etmeye endekslemesi de çözülme sürecini hızlandırdı.

Bu son noktanın aynı zamanda siyasi İslamcılar ile katı Kemalistler arasındaki temel fark olduğunu not edelim. Kemalizm de, her ideoloji gibi, ‘biz’ ve ‘öteki’ ayrımına dayanıyor, ‘öteki’sini asimile etmeyi deniyor, asimile edemezse sindiriyor ya da yok etmeye çalışıyordu. Siyasi İslam ise birinci aşamayı atlıyor, asimile etmekle zaman kaybetmiyor, ‘öteki’sini doğrudan ezmeye/yok etmeye yöneliyor.

Çözülmenin kodları

Birlikte yaşama iradesinin kalmadığını görmek zor değil. Kürtlerin nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu Türkiye’nin doğusu daha önce de ifade ettiğim gibi bir ölüm kalım mücadelesi veriyor. Batının gündelik yaşama dair kaygılarını düşünecek durumda değil, çünkü klasik anlamda gündelik yaşamı yok! Batı internet mi yavaşlatıldı, Twitter yine mi kapatıldı, Star Wars beklentileri karşılıyor mu diye kaygılanırken doğuda pek çok il ve ilçe elektrik, su, temel gıda maddelerinden yoksun, bodrum katlarında tank ateşinden saklanıyor.

Ülkenin batısında ise doğuya karşı iki tutum öne çıkıyor. Sağ ve sol milliyetçi kesimler ‘terörle mücadele’yi destekliyor, PKK silah bırakmadan Kürt sorununun çözülmeyeceğine inanıyor. Sessiz çoğunluk ise adı üzerinde ‘sessiz’, ilgisiz, belki de bıkkın, yorgun (Kürtlerin, ezilen tüm kesimlerin hakları için mücadele eden grupları tenzih edelim). Gezi’de anlık da olsa kendini gösteren#HerYerTaksimHerYerDireniş sloganı çoktan unutulmuş durumda. Belli ki Sur, Cizre, Silopi Taksim değil.

İktidarı destekleyen kitleler için ayrı bir paragrafa gerek yok sanırım. Tüm mesailerini otoriter bir rejimi aklamaya ve birkaç sene öncesine kadar karşı şiddetle  çıktıkları güvenlik konseptine meşruiyet kazandırmaya harcayan ‘liberal-demokrat’ organik aydınlar ve onların ‘genç ve sivil’ müritlerine de.

Öte yandan dış dünya da bu bölünmüşlük-ayrışma tablosunu pekiştiriyor. Türkiye’deki askeri üslerini kullanmak isteyen ABD belirli kırmızı çizgileri aşmadığı sürece Türkiye’deki siyasi İslamcı rejimin PKK ve türevlerine karşı mücadelesini destekliyor; bu süreçte yaşanan hak ihlalleri karşında ‘endişe’ duymakla yetiniyor. Keza mülteci akınına uğramaktan korkan AB, yıllarca Türkiye’nin üyeliğine karşı bir koz olarak kullandığı Kopenhag kriterlerini sınır kontrollerinin sıkılaştırılması karşılığında bir gecede unutabiliyor. Suriye Kürdistanı’nda yaşananlar ise Kürtlerin özerkliğe inancını diri tutmaya devam ediyor.

‘Benim yalnız ve güzel ülkem’?

Son söylenmesi gereken: Bu sürecin geri dönüşü yok.

Eski Türkiye’yi ya da var olduğuna inandıkları üniter cumhuriyeti sevenlerin onu yavaş yavaş anılarına gömmeleri ve başsağlığı dileklerini kabul etmeye başlamaları gerekiyor. Çünkü bu yaşanan bölünmüşlük-ayrışma sadece siyasi ya da kültürel değil, aynı zamanda ahlaki. Toplumun belirli bir kesiminin, nedense hep aynı kesiminin, katliamlara, cinayetlere kurban gittiği, bir diğer kesiminin ise bu katliamlara, cinayetlere kurban gidenleri yuhaladığı bir ülkede bir arada yaşamaktan bahsedilemez. Ruhlarda, belleklerde açılan yara da pansumanla kapatılamaz. Kürtler unutmayacak; Tahir Elçi’nin, Dilek Doğan’ın aileleri unutmayacak; Hrant Dink’in ailesi unutmayacak -onun dostu diye geçinenler unutsa da.

Dolayısıyla Türkiye’nin önünde iki seçenek var. Bir an önce üniter devleti sona erdiren ve yerel yönetimlere özerklik tanıyan daha çoğulcu bir rejimi hayata geçirmek (ki bunun ön adımı da devletin -evet, devletin, PKK’nın değil!- karşılıklı ateşkes çağrısında bulunup çözüm masasına dönmesi); ya da uzun yıllar sürecek kanlı bir iç savaşla yaşamak.

Biliyorum, ilk seçeneği gerçekleştirmek neredeyse imkansız ve bunu savunan güçlü bir siyasi aktör, toplumsal muhalefet yok…

Bitmesi bir olayın – ölüm mü geliyor aklınıza?

Kim bilir, belki de ölüm

Ama korkmayın, bütün iş korkusuzlukta

Edip Cansever, Umutsuzlar Parkı

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums