‘Yeni Türkiye’ safsatası bir yana, bildiğiniz Türkiye Cumhuriyeti bitti

  • 28.04.2015 00:00

 Biliyorum, AKP’nin bir yere gittiği yok. En azından kısa vadede.

Öte yandan 2012’den itibaren teklemeye başlayan, Gezi ve 17-25 Aralık krizleriyle ciddi bir sarsıntı geçiren, 10 Ağustos cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından fiili başkanlık rejimine geçişle birlikte serseri bir mayın gibi dalgalanmaya başlayan Yeni Türkiye projesinin gerileme dönemine girdiği de açık. Bunun en önemli göstergesi ise hükümet üyelerinin ve fiili başkanın iki dudağı arasına bakan propaganda ordusunun giderek hırçınlaşan, hatta çirkinleşen tavırları.

Bir önceki yazımda da belirtmeye çalıştığım gibi geçiş dönemi kolay olmayacak; iktidarı kaybetmemek için savaş çıkarmaya bile hazır görünen bu kadro Türkiye’ye bedel ödetmeden koltuğu bırakmayacak. Ama öyle ya da böyle, bir vadede Yeni Türkiye tarihin tozlu sayfalarında yerini alacak. Alacak ama…

Geride kuşaklar boyu etkisini hissettirecek bir enkaz bırakarak. Üç boyutlu bir enkaz. Kolay kolay kaldırılamayacak…

Siyasal İslam projesinin bitişi

Şu an iktidarda da olsa siyasal İslamın demokrasiyle imtihanı başarısız oldu; ‘dava’ kaybedildi. Tek tük istisnaları saymazsak seslerini çıkarmaya çekinen pek çok dindarın, hatta partide eski güçleri kalmayan AKP yöneticilerinin bile farkında olduğu bir gerçek bu.

AKP, Türkiye’nin demokratikleşme serüvenine zarar vermekle kalmadı; savunduğunu iddia ettiği ideolojiyi, inanç ve değerler sistemini kendi elleriyle yok etti. İslamcılar, mağdurken sahip oldukları toplumsal meşruiyetin kırıntısına bile sahip değil bugün. Başörtüsü gibi haklı oldukları konularda sadece Müslümanlardan değil, eşitliğe, özgürlüğe inanan laik kesimlerden de destek alan İslamcılar iktidara geldiklerinde kendi çıkarlarından başka bir dertleri olmadığını gösterdi.

Hareketin radikal unsurları -ganimet kokusunun çekiciliğine kapılarak peşlerine takılan ‘devşirmeler’le birlikte- hem laikleri, hem de hegemonya mücadelesi içine girdikleri diğer İslami grupları hedef tahtasına oturtan bir cadı avına girişirken bu hareketi iktidara getiren ve orada tutan taban, ya korkudan ya‘mahalle baskısı’ndan ya da çıkarları gereği sessiz kalmayı tercih etti.

Bu süreçte İslami kesim, geçmişte onlar adına mücadele eden laikleri ‘darbeci’, ‘Beyaz Türk’ ya da ‘cemaatçi’ olmakla suçladı. Böylelikle içine kapandı, yalnızlaştı. Yalnızlaştıkça da iktidara daha sıkı sarılmaya başladı. Bir gün iktidarı kaybederlerse benzer bir cadı avına maruz kalabileceklerinden korkarak.

Gelecekte böyle bir süreç yaşanacak mı, bilmiyoruz. Ama yaşanırsa yanıbaşlarında kimseyi bulamayacaklarını biliyoruz. Çünkü denendiler, kendi deyimleriyle ‘sınandılar’; ‘Dindarların kamusal alana katılımını engelleyen yasaklar kalkmalı, herkes eşit olmalı’ diyenler bugün kendi mahallelerinde ‘İslami faşizm’e kapıyı açmakla suçlanıyor. Aynı ilkeleri paylaştıklarını düşündükleri dindar ‘dostlar’ı ise iktidardan nemalanmakla ya da nemalananlara göz yummakla meşgul.

Laikler bir daha dindarlarla ortak hareket etmeyecek. Dindarlıkla sorunları olduğu için değil, onlara güvenmedikleri için. Eşitlik, özgürlük gibi ortak ilkelerde buluşamadıkları için.

Toplumsal kutuplaşma ve nefret

Türkiye’de toplum, hiçbir zaman birbirine güvenen birey ya da cemaatlerden oluşan bir toplum değildi.  Herkes, ‘kendi gibi olan’a güveniyor, ‘öteki’nden mümkün olduğunca uzak duruyordu. Laikler İslamcılardan, Aleviler Sünnilerden, Türkler Kürtlerden, solcular liberallerden, milliyetçiler gayrı-müslimlerden hazzetmiyor, biraz kurucu ideoloji, daha çok da ordu marifetiyle ‘zoraki’ bir arada duruyordu. Birbirine değmiyordu. Değdiğinde de konuşmak yerine kavga etmeyi tercih ediyor, fırsat bulursa ötekisini yok etmeyi denemekten çekinmiyordu.

AKP var olan bu fay hatlarını onarma vaadiyle iktidara gelse de uygulamada bu fay hatlarını derinleştirmeyi seçti. Ayrılıkları körüklerken, sayıca çoğunlukta olmanın avantajını da kullanarak kendi saflarını ötekilere karşı kışkırttı.

Bu süreçte AKP geçmişten miras farklılıklara üç katkıda bulundu. Birincisi, bu farklılıkları kerameti kendinden menkul bir ‘sessiz devrim’den, yani Yeni Türkiye projesinden yana olanlar ve olmayanlar ayrımı üzerinden yeniden tanımladı. İkincisi, birbirini sevmese de bir şekilde bir arada durmayı beceren toplulukları birbirinden nefret eder hale getirdi. Üçüncüsü, aynı değerlere sahip grupları da kendi içinde böldü, parçalara ayırdı.

Böylelikle AKP’ye oy vermeyenler, kim olursa olsun, ‘hain’ ilan edildi. Fiili başkan ve müritleri ölümleri yarıştırarak, çocukları terörist ilan ederek, biat etmeyenleri yok sayarak ya da ezerek farklılıkları ahlaki bir zemine taşıdı. Kendi değerleri söz konusu olduğunda mangalda kül bırakmayanlar başkalarının değerlerini pervasızca ayaklar altına aldı. Vicdan, ahlaktan boşalan yere öfke ve nefret yerleşti.

Yaşananlara tepki duyanlar sadece iktidara değil, bu hareketi iktidara taşıdığına kanaat getirdikleri ‘liberaller’e, ‘yetmez ama evetçiler’e de öfke beslemeye başladılar. İktidar bloğu ayrım yapmadan herkesi ezerken, birlik olması gerekenler birbirlerini yemeye başladı. Nefret kalıcılaştı, toplumu tanımlayan temel nitelik haline geldi.

Ulus-devletin sonu

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar (ve öncülleri) paramparça bir coğrafyadan homojen bir ulus çıkartmak için elinden geleni yaptı. Öldürdüler, sürdüler, zorladılar. Olmadı. 90 senelik bunca uğraş, ödenen onca bedel boşa gitti; ulus kurulamadı.

Kendini bu ulusun gerçek temsilcisi olarak gören İslamcılar ise geçmişten hiç ders almamış olsalar gerek, tarihi yeniden yazmaya çalışıyor, yeni bir Türklük anlatısı kurmaya uğraşıyor. Hem de aynı yöntemlerle…

Dayatarak (“Bu milletin inancı belli”, Recep Tayyip Erdoğan, 25 Nisan 2015); taklit ederek (Anıtkabirin yanına ‘AK Saray’ denilen‘şey’i dikerek); dışlayarak (kadınlar, LGBT bireyler, Aleviler,‘asimile olmayan/biat etmeyen’ gayrı-müslimler, Kürtler, laikler, solcular, Geziciler, vs. vs.); tekrarlayarak (10 sene öncesine kadar ulusalcıların tekelinde olan dış güçler, Haçlı zihniyeti referanslı komplo teorileri, ‘Sünni Müslüman Türk’ün Sünni Müslüman Türk’ten başka dostu yoktur’ düsturu).

Elbette başaramayacaklar. Bunu öngörmek için kahin olmaya gerek yok. Bunca nefret ve bölünmüşlükten bırakın homojen bir ulus, ayrılıklara saygılı bir toplum çıkarmak bile mümkün değil.

Dolayısıyla Türkiye’nin yeni bir toplumsal sözleşme yapması gerekiyor. Bu sözleşmenin de ‘en azından’ yerel yönetimlere özerklik veren, daha ideali federatif bir yapı öngörmesi gerekiyor. İzmir’le Konya, Trabzon’la Diyarbakır artık ortak bir gelecek kurgusu çerçevesinde bir arada yaşayamaz. Bu tür bir birlikteliği zorlamanın sonu iç savaşla bitecek bir ayrılık olur ancak.

Toparlayacak olursak, AKP iktidarı Türkiye ‘kurgusu’nun limitlerini gözler önüne serdi; kökü geçmişe miras sorunları daha da derinleştirerek gelecek kuşaklara kolay kolay kalkmayacak bir enkaz bıraktı. Çözüm diye ortaya atılan Yeni Türkiye safsatasını bir kenara bırakacak olursak, Türkiye Cumhuriyeti bildiğimiz, bize öğretilen anlamıyla bitti.

Acile ölü getirilen bir hastaya son müdahaleler yapılıyor, ama nafile. Zorlu bir geçiş sürecinden sonra odadaki kıdemli doktor, Amerikan dizilerini andıran bir tavırla, “Tamam, yeter” diyecek ve ölüm saatini söyleyecek.

Belki de saat 9’u 5 geçe olacak.

DİKEN

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums