- 13.08.2011 00:00
Piyasalar yine yaşadı. Türkiye’de uzun süredir alamadıkları başrolleri yeniden kaptılar. Dünyanın gelişmiş kısmında, Norveçli faşistler katliam yapmadığı sürece başrolde kalabiliyorlar, ama hem bu roller hem de maceranın kendisi artık o kadar sıkıcı ki, ünleri Paris Hilton kadar olamıyor. (Sahi o nerede bir zamandır?) Dolayısıyla onlar da perde gerisinden yürütüyorlar işlerini.
Şimdi, hesapta ne oldu: Yunanistan çok harcama yaptı, İspanya ile İtalya’da ekonomi, niyeyse, birden bozuluverdi, hikmeti kendinden menkul birileri ABD’nin kredi notunu düşürdü... ve çok özlenen, hasretle beklenen “dünya çapında ekonomik kriz” piyesi 712985. temsili için perdelerini açtı.
Ama işte, esas oyun perde gerisinde oynandığından, bizim payımıza yine azalan gelirler, çoğalan işsizler falan düşecek. Önce canımıza okunacak, sonra medya bizi yatıştıracak; “piyasalar huzura kavuştu” diyecekler, biz de kavuşacağız, “piyasalar coştu” diyecekler, biz de ferahlayacağız.
Muhterem okurlar, bu sarsıcı gerçeği böyle langadank söylemek istemezdim, fakat açıklamak zorundayım: Biliyor musunuz, aslında piyasalar diye birileri yok. Huzursuz olan, gevşeyen, coşan, düşen, kalkan böyle birileri yok.
Yerim ve imkânım olsa, size ekonomi diye bir şeyin de o bize kakalanan anlamıyla varolmadığını anlatmak isterdim ama tahsisat yok, zaten ben bir toplantıdayım, önemli bir iş için dışarı çıktım, notunuz varsa alsınlar vs.
Evet, piyasalar yok. Fakat böyle tanımlanan bir alanda ortaya sürülen, çekilen, oradan alınıp buraya aktarılan, el değiştiren, muazzam servetlere, acayip hayatlara, saraylara, konaklara, özel uçaklara, 4x4’lere, fotomodellere dönüşen paralar var. Bunlar, azınlığın arasına karışabilme umuduyla tezgâha düşen bir çeşit üst tabaka çoğunluk mensuplarının elinden azınlığın eline aktarılıyor. Bu aktarmanın bir defada ve “gündelik işlem hacminden” çok daha büyük boyutlarda gerçekleştirilmesine de kriz deniyor.
Nasıl ekonomi, bütün şaşaalı iddiaların aksine, kendi kendine işlemiyor, birilerince güdülüyorsa, kriz de kendi kendine olmuyor. Ve bugünkü krizler, “serbest rekabete dayalı kapitalist ekonomi” denen gaddarlık mekanizmasının safiyane savunucularının her türlü inancını infilak ettirecek bir mekanizma içerisinde üretiliyor. Üretimle uzaktan yakından ilgisi olmayan, tamamen asalak ve kemirgen bir “malî sermaye”, dünyayı dolaşıyor, geçtiği her yerden peşine taktığı paralarla büyüyor. En basiti, yoksul ülkelerde pazarın geliştirilmesi elbette global kapitalizmin işine gelecekken, yoksul ülkelerden zenginlere mütemadiyen kaynak aktarılıyor. Zengin evinin ufak oğlu, babasının fabrikasını batırmak dâhil her şeyi göze alarak, yakıyor yıkıyor geçiyor. Babası da, ne yapsın zavallı tonton “fabrikatör” (artık kalmamıştır ama Hulusi Kentmen’in hatırına kıyak yapıyorum), işçilerini çıkarıyor. Artık kölelik yok, adamın da öldürecek hali yok, sokağa atmakla yetinmek zorunda. Sokakta artık polis ilgilensin... (“Ayaklar baş mı olacak!” diye gürleyen başbakanların yönetiminde.) Gerçi bu patronun bilmemne müdürü, “ilk potansiyel krizde şu kadar işçi çıkartırız, sonra şu yatırımı yaparız, kârımız şu kadar artar” planlarını çoktan hazırlamıştır. Ama adam ne yapsın, rekabet etmek zorunda. İşçileri düşünecek hali yok ya! Dış politika gibi bu mevzu da romantizm kaldırmaz.
İşte aşağı yukarı böyle bir şeye ekonomi diyoruz. Şu an itibarıyla insanlığın hemen bütün öbür faaliyetlerini tâbi kıldığı aslî faaliyet alanı bu. Ekonomi çarkı. Hepimiz, sorgulamadan, sanki “doğa” der gibi, “ekonomi” diyoruz. Sanki bizim dışımızda oluşmuş, sanki birileri tarafından yönlendirilmiyor, sanki birilerinin çıkarına çalıştırılmıyor.
Çook eskilerde, doğuştan, yani mecburen sahip oldukları özelliklerle (milliyet, ırk, din, şu ya da bu cemaat aidiyeti vs.) kendilerini tanımlama tutkusu insanların gözlerini almadan, zihinlerini dumura uğratmadan önce, bu ekonomi çarkının esrarı kabaca çözülmüştü. Sınıfların varlığı, işlevleri, ilişkileri keşfediliyordu. Tarih boyunca ekonomik düzenlerin nasıl bir egemen-ezilen ilişkisi ekseninde şekillendiği berrakça görülebiliyordu. Ekonomi çarkına sağlam bir çomak sokulabilecek gibiydi. Olmadı. Çomak sağlam çıkmadı, çomağı tutanlar yoldan çıktı, şu bu. Fakat hakikat değişmedi ki!
“Piyasalar”mış! Kim ya bunlar?
Neyse, kim olduklarını da bir yana bırakın. Şu soru yeter: Biz niye onları beslemek zorundayız?
Her türlü kriz, kârlar azalmasın ya da çoğalsın ya da kâr alanı değişsin diye çıkar. Kriz, birilerinin bizden para çalmasıdır. İşte o kadar.
Yorum Yap