- 18.12.2017 00:00
Pascal Quignard’in yazdığı Tous les matins du monde(Dünya’nın Tüm Sabahları) adlı roman, 1991 yılında Alain Corneau tarafından sinemaya uyarlandı. 17. yüzyıl Fransa´sında çok sevdiği karısını yitirdikten sonra çiftliğinde inzivaya çekilmiş olan besteci ve viyola sanatçısı Sainte-Colombe’nin iki kızıyla birlikte yaşadığı muhteşem bir hikâyedir bu. Ün peşinde koşmayan münzevi bir adamdır Colombe.
Ulu bir dut ağacının dalları arasına kurulmuş, viyola sesinin hiç eksik olmadığı derme çatma bir kulübenin içinde gölgelere üflenen nefes. Karısının hayali önünde belirince gözlerinden süzülen yaşlar. Ve dış dünyaya kapanan gözler. Ve aşkın kederli sesi. Dünyanın bütün sabahları geri dönüşsüzdür.
Saraydan gelen teklife; “Mösyö, ben yaşamımı bir dut ağacının içindeki külrengi tahtalara, bir viyoladaki yedi telin seslerine, iki kızıma adadım. Anılardır arkadaşlarım. Karımdır aşkım. Sarayımsa şuracıktaki söğütlerdir, akıp giden sudur, akbalıklardır, kaya balıklarıdır, mürver çiçekleridir. Majestelerine söyleyin, sarayının bundan otuz beş yıl önce babası rahmetle kralla tanıştırılmış yaban bir adamla işi olmaz” diyen bir adam.
Çünkü onun parmaklarının arasından dökülen notalarda kendi içinde yaşattığı acılar vardı.
Camille Pissarro’nun “Bu adam ya delirecek ya da hepimizi geride bırakacak dediği” Van Gogh’un acısı, Kafka’nın sızıları, Dostoyevsksi’nin sanrıları, Andrei Rublev’in suskunluğu… Ve gözlerde beliren o hep derin acı. Bütün nevrozlar kabulüm diyen kederli adamlar. Witgeinstein’in bir zihin kasılmasına neden oluyor diyerek anlatmakta güçlük çektiği şey. Bir algılayış ve kavrayış düzeyinde bu irrasyonaliteye anlam veremeyen insanların çektiği derin acılar.
Uçuş sırasında yürekleri dağlayan, kanatları fani kılan aşkın o yakıcı dünyasına temas etmek. Aşka âşık sevgililerin dünyası. İnsanın sevdiğini unutacak derecede aşkla meşgul olmasını İbn-ül Arabi anlatsın;
İnleyen Kays’ın yanına gelen Leyla bir buz parçası alır ve onu kor gibi yanan yüreğinin üstüne koyar ve o buz parçası yanan yüreğinin yangını dindirir. Sonra “İşte geldim” der Leyla. Sevgilin, aşkın burada, yanında… Kays, Leyla’ya bakar ve ona; “Gözümün önünden çekil git! Çünkü senin aşkın beni öylesine meşgul etti ki sonunda seni unuttum’’ der. Ne ince ne keder dolu ne derin bir duygu bu.
Aşkta helak olma. Secdeye varıldığında toprağa temas etme hali. Yüreği yangın yerine dönerken toprak kokan insan. “Gör bakalım ateş mi seni yakar, sen mi ateşi “ denilen o üçüncü boyut. Derin iç çekişler… Şeyh’ül Ekber’in tanımlamasıyla; tıpkı ateş yanarken işitilen çıtırtılara benzer bir takım hararetli ve hafif gürültülü sesler ve iniltilerin duyulması(zefrat) gibi. Yunus’un “Aşk aşıkı şir eder. Aslanı zencir eder. Katı taşı mum eder” ifadelerindeki erime hali.
Umut doğuran anaların yurdunda aşkın bir dönüm noktasına denk düştüğünü idrak eden, canandan değil candan, dertten değil dermandan usanan, ilim, irfan, hikmet sahibi aşk insanlarımızın yüreklerinin kavrulduğuna şahit oldu insanlık. İşte bu aşkı hedef aldı şeytan. Çünkü şeytanda eksik olan tek nimet aşktır. Bu aşkı bir türlü hazmedemedi.
O yüzdendir ki bugün bilimin ve aklın üretimi yapay zekâların, mekanik ilişkilerin modern dünyasında Mevlana’nın ifadesiyle artık insanlar maşuk aramıyor kendi bencil duygularına köle arıyor.
Özel’in ifadesiyle “acı” artık “ruhun fiyakası” olarak görülmüyor. Cep telefonunu suya düşürdüğünde attığı çığlıklardan öteye varamayan tuhaf bir ruhsal bozukluk hali bu. Mutluluk ise saman bulan ineğin mutluluğu kadar… Aşkla inleyen yürekler yok artık. O toprak kokan, Allah’a varacak kadar derin ve incelikli aşkın yolunu kendi ellerimize kapadık.
Öyle ki sevgimiz bile bir vakitler kuş saraylarından hayvanat bahçelerine evirilen bir hayvan sevgisine dönüştü. Aşksızlıktan. Aşkla dokunamamaktan. Aşkı taze ekmek gibi anlık tükettiğimizden.
Biliyorum her şeyin madde ile ölçüldüğü sevgilinin bile ölçülebilir ebatları olduğu, güzelin sayısal verilerle tarifinin yapıldığı, yüreklerin kabuk bağladığı, insana ait olan her şeyin dedikodu malzemesi haline getirildiği şöyle bir zamanda bu yazı tuhaf karşılanacaktır.
Artık kimsenin “insan nedir” sorusunu sormadığı şöyle bir zamanda aşkı hatırlatmak biliyorum hünkârbeğendi kıvamında kalacak. Oysa şu kirletilmiş zamanda, karlı bir gece vakti dostu uyandırmaktır maksadımız. Çünkü aşkla daha çok balçık kokar insan.
Yorum Yap