GENERAL BAŞBAKAN’ IN TETİKÇİ MEDYASI

  • 26.08.2011 00:00

General Başbakan gazeteciliğinde son eşik aşıldı.

Kandil’i savaş uçaklarından önce bombalayan şanlı medyanın hücum kıtalarının ele geçirmediği mevzi kalmadı.

Muzaffer mazisi kan ve yalanla yazılan Türk medyasının görülmemiş son zaferi bir Ramazan şenliği tadında kutlandı.

Harp haritalarının üzerinden kalkıp ekran ekran dolaşan yeni filozof-muhabir takımı, dünyanın en demokratik ülkesinin bile neden dağlarında dolaşan eli silahlı adamlara operasyon yapmazlık edemeyeceğini anlatıp duruyor. Altı yıldır pişirilen “barışçıl AKP savaşçı Kürtler” yemeği, bir Ramazan gecesinde iftarını açmayı bekleyen açlar ordusuna büyük hürmetle servis ediliverdi işte.

Bütün ülke cayır cayır. Her şeye rağmen şu Ramazan gecelerinin en hayırlı tarafı, tül salınımlı o okşayıcı dilin altındaki gerçek niyetin hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde ışıması. Kimsenin gizemli bir tarafı yoktu, ama yaldızlı demokratların ekranlardaki yüz ifadesinden, sözcükleri çiğneyişine kadar aniden birer Güntaç Aktan ve Ertürk Yöndem’e dönüştüğüne tanık olmak yine de sarsıcıydı.
Yıllardır yanlı yansız medyadan düşün cemaatine kadar, iktidar avukatlarının yürüttüğü kara propagandanın özeti şuydu; Baskıcı özünü gizledikleri AKP’nin giriştiği güç savaşını, yozlaşmış bir toplum biçimini korumak için gösterdiği çabayı, kutsal, dokunulmaz ve bütün insanî değerleri kapsayan bir savaş olarak gösterme ve herkesi buna ikna etme.

Sözü edilen iktidar savunucuları işte tam da bu yüzden yıllardır AKP’nin baskıcı özünden değil de, her ekleminden çatlamış da olsa, tasfiye ettiği eski paslanmış yapıları bile kesinlikle dışlamayan, tersine kapsayan biçimci demokratik özelliğinden bahsederler.

Dikkati iktidarın özgürlük karşıtı baskıcı özünden uzaklaştırıp, iktidarın el değişim sürecini, “demokrasi” ile “oligarşik yapı” arasındaki bir savaşmış gibi göstermeye çalışmak birinci vazifeleri oldu.
Kıyımı açılım diye sunan safsata, zihinlere çalınan kanlı mayanın demokratikleşme diye tuttuğundan emin. Gevşek muhaliflerden sivil alana, iş dünyasından emekçilere, akademik çevrelerden makul Kürtlere kadar geniş kitleleri etkisi altına alan safsata, Türk medyasını iyice çılgınlaştırdı.

Bölge’deki vahşet uygulamaları sürerken bunu kurbanların günahkârlığıyla açıklayan sol, demokrat, liberal, entelektüel camiadan yıllardır işitilen aynı terane: “AKP Türkiye’yi demokratikleştiriyor, zemin kaybeden örgüt kaosa sürüklüyor.” Eh bu durumda da demokrat hükümetimizin uçaklarıyla Kandil’de biri hamile kadın, 5’i çocuk 8 kişilik bir aileyi yakıp kül ederek giriştiği savaş da böylece dünyanın en haklı savaşı olup çıkıyor.
Ana akım medyadaki gazetelerin manşetleri savaş çığırtkanlığı yapıyor durmaksızın. Vatanseverlikle, savaş severliği birbirine karıştıran savaş tacirleri ortalığı velveleye veriyor. Çözümsüzlük ısrarıyla çatışmalara davetiye çıkarıyor. Kan ve ölüm pazarlıyor. Dürüst, barışçıl ve vicdanlı bir dil kullanmak yerine çıkarcı ve saldırgan bir dille konuşmak daha kolay geliyor onlara.

Medya, çatışmaları meşrulaştıran, kutsallaştıran ve sıradanlaştıran söylemini terk etmedi bir türlü. Barış dilini, ahlâkını ve değerlerini oluşturmada sorumluluk üstlenmedi. Sorunun tüm taraflarına ilişkin doğru, nesnel bilgi ve haber üretmedi. Bir halkın kimliğini, dilini, kültürünü yok sayma ve yok etmenin türlü politika ve baskılara rağmen mümkün olmadığını gördüğü halde çözüme ilişkin bir rol üstlenmedi. Toplum da buna bağlı olarak olayların gerçek sebeplerini anlamaya çalışmak yerine, hamasetin dümen suyunda düşmanlık ve nefret edebiyatının kurbanı oldu.
Oysa insanın kendisine sunulan hazır kalıplardan öteye giderek düşünebilmesi, görünenin ötesine geçebilmesi; önyargılardan, şablonlardan kurtulabilmesine bağlıdır. Böyle bir duruşta, çıkar ve korkulara göre olan-biteni çarpıtmama yeteneğini geliştirmek vazgeçilmez koşuldur. Bu tür bir duyarlılık hem birey olarak kendimizin hem de toplumun yararını gözeten bir yaklaşımdır. Artık bilinmelidir ki huzur ve barışın önündeki en büyük engel, kişilerin bakış açısını daraltan ve her şeye kuşku ve düşmanlıkla baktıran ırkçı ve bağnaz mantalitedir. Artık papağan gibi tekrarlayıp durduğumuz hamasi ezberleri bırakıp başımızı ellerimizin arasına alarak düşünmek zamanının geldiğini anlamamız gerekir.

Akılcılık yerine hamasi söylemlerle duyguları okşayarak yönlendirmenin zamanı geçmiştir. Zihinlerdeki olumsuz imajları olumluya, kökleşmiş saplantıları anlayışa, düşmanlıkları dostluğa çevirecek akl-ı selime ihtiyaç var. Bunun için yanlış politikalar nereden gelirse gelsin eleştirilebilmelidir. Türkiye’de demokrasi karşıtı cümle şoven, militarist ve statükocu kesimlerin üzerinde uzlaşmaya vardıkları nokta, dün olduğu gibi bugün de Kürt sorununda çözümsüzlük noktasıdır.

Ülke birliğini korumanın biricik yolu, her kişi ve görüşe hayat hakkı vermekten, yani özgürlükleri genişletmekten, özgürlüklerin esas alınıp yasakların kaldırılmasından geçer. Yoksa ülke birliği, herkesi düşman belleyerek ve herkesi aynı tip elbise giymeye zorlayıp ülkeyi yaşanmaz bir hale getirerek korunmaz. Farklı bir düşünce ya da kimliğin kendini ifade ettiğinde gösterilen o ‘ulusal öfke’nin ‘asıl bir insanın hayatı tehlikeye girdiğinde gösterilmesi gerekmez mi?
‘Barış’ sözünü kimseye kaptırmayan, ancak barış konusunda inisiyatif almak şöyle dursun, bu tür yaklaşımlara şüphe ile bakan, her türlü ırkçılığı ve şovenliği zihinlerde canlı tutmayı milliyetçilik sayanlar aslında barışın önündeki en büyük engeli oluşturanlardır.
Tarih boyunca barış ve insanın barışı algılayışı farklılıklar göstermişse de, günümüz dünyasında insanlığın savaşa karşı geliştirdiği bilinç küçümsenemez boyutlar kazanmıştır. İnsani duyarlılık, gelecek adına yaşamsal olan her şeyin korunmasını savaşa karşı barıştan yana olunmasında görür ve değerlendirir. Artık anlaşılmıştır ki barışı savunmak, geleceği; insanlığın ortak geleceğini savunmaktır.

Sözüm devlete ve devlet mantalitesine olduğu kadar Kürt Özgürlük Hareketi’nin tüm yapılarınadır da; ‘’Silahların gürültüsü barışın sesini boğar.’’
Toplum, şiddetin her türlüsünün hâkim olduğu ama her durumda buna karşı çıkılmasının gerektiği bir süreçten geçiyor. Toplumsal bir öğe olarak şiddet varlığını korudukça, bunun kitle iletişim araçları kanalıyla kışkırtılması devam ettikçe yara kanamaya devam edecektir.
Daha koyu bir faşizme doğru koşar adım gittiğimiz şu günlerde iyimser olmanın imkânını göremiyorsak da sessiz kalmak, olan bitene ortak olmak anlamına gelir.

Ölümlerin durdurulması için elinizi taşın altına koymasanız bile, şakağınıza koyup düşünmüyor ve kaygılanmıyorsanız eğer, çekilen her tetikte biraz sizin de parmak iziniz var demektir.

Sizin de suçludur, kirlidir elleriniz…

 

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums