- 9.02.2016 00:00
1980 Askeri rejiminin kurbanı olmuş herkes tanır onu. 1980’li yılların Uluslararası Af Örgütü Türkiye sorumlusu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Dökümantasyon Merkezi’nin kurucusu, sevgili dostum, kardeşim Helmut Oberdiek (1949- 26 Nisan 2016) yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak aramızdan ayrıldı.
Onun bizim dünyaya girmesi 1978’li yıllardır. O yıllara ilişkin ufak bir not düşmek istedim. Helmut’u hatırlamak, hatırlatmak için...
Helmut ile ne zaman tanıştığımı tam hatırlamıyorum. 1979 yılı başları veya ortaları olabilir.
Merkezi Hamburg’da olan Devrimci İşçi isimli bir dergi çıkartıyorduk. Bir gün dergiye bir mektup geldi. Helmut Oberdiek isimli bir Alman, Türk işçilerine yönelik faydalı bazı bilgileri içeren bir yazı yollamıştı. Ve mektubunda, “bu tür yazılara ihtiyacımız olup olmadığını” soruyordu. Eğer istersek, bu tür yazıları düzenli olarak yollayabilecekti.
Yazıda bazı Türkçe hatalar vardı ama bir Alman’ın bu denli düzgün Türkçe yazabilmesi beni çok heyecanlandırmıştı. Hemen bu insanı aramaya başladım. İzini nasıl buldum hatırlamıyorum ama buldum. Yaşadığı şehir Bielefeld-Herford idi ve kendisini ziyarete gittim.
Kafamda, acaba Almancasından nasıl faydalanabiliriz, diye geçirirken, Helmut Devrimci İşçi’de yazdığımı bir iki yazıda, bulduğu oldukça fazla Türkçe yazım hatalarını önüme koydu, “bunlar böyle yazılmaz” dedi. Kızayım mı, utanayım mı bilemedim.
Helmut, daha çok “işçiler için pratik bilgilerin yer aldığı bir hukuk köşesi” gibi bir şey düşünebileceğini söylüyordu ama ben kendisine bambaşka bir teklif yaptım.
Bizim siyasi hareketi (Devrimci Yol’u) Almanya’da tanıtacak broşürler çıkarmak istiyordum, bana yardımcı olup olamayacağını sordum.
Tek şartı vardı, “sizin siyasetin görüşlerini benimsemek veya örgütünüze bağlı olmak falan istemiyorum!”
Severek, “olur tabii ki” dedim. Arkadaşlığımız böyle başladı.
Üstüne aldığı ve kendisinden 2 ayda bitirmesini istediğim çevirileri bir-iki haftada bitiriverdi. Ve ondan sonra Helmut’un evi benim de evim oldu. Siyasetten sıkıldığım zaman kaçıp saklandığım, dinlendiğim yerdi evi... Annesini, hasta babasını, kardeşlerini tanıdım.
O da zamanla benim ailemi tanıyacaktı.
Tanıştıktan sonra, ben ABD’ye taşınıncaya kadar en yakın dostum, sır arkadaşım oldu. Tüm sırlarımı bilen tek kişiydi; ben de onun sır ortağı idim. O benim sırlarımı aldı götürdü, ben de onunkileri götüreceğim.
1979 ile birlikte, beraber çalışmaya başladık. İlk başta bizim siyaseti, Devrimci Yol dergisindeki yazıları Almancaya çevirerek tanıtmak istiyordum ama Helmut bunun olamayacağını anlattı bana; son derece farklı iki dünya söz konusu idi... Alman kamuoyunun bizim Türkiye için yazdığımız yazıları anlamasına imkan yoktu. Ve onları çevirmenin de bir anlamı yoktu. Onun tavsiyesi ile Türkçeden Almancaya çeviri yapma işini bıraktık.
Beraberce Türkiye üzerine Almanca broşürler yazmaya başladık. Ben anlatıyordum, o not alıyordu, bunları yazıya döküyordu, sonra da kavga etmeye başlıyorduk, taa ki anlaştığımız güzel bir ifadeyi buluncaya kadar.
Alman çalışma disiplinini ondan öğrendim. 7:30 kahvaltı, 12:00 yemek, 3:00 civarında kahve ve 6:00’da akşam ekmeği... Program hiç değişmiyordu. Herford’ta tarlalar arasında dolaşıyor, tartışıyor, konuşuyorduk...
Böyle kaç broşür çıkarttık hatırlamıyorum.
Fakat ilk bir iki bröşür çıkarttığımızda fark ettik ki, Türkiye’deki gelişmeleri Alman kamuoyuna bu tür broşürlerle anlatmak mümkün değildi. Aklımda Almanca düzenli bir gazete çıkartmak fikri vardı. Ocak 1980’de Frankfurt’ta bir toplantı düzenledik. Helmut da toplantıya katılmıştı…
Ve bu toplantı sonrası, Mart 1980 ile birlikte Türkei Informationen adlı Almanca aylık bir dergi çıkartmaya başladık. Gazetenin gizli baş editörü Helmut idi. Aslında galiba epey bir yazıyı da Helmut ile birlikte yazıyorduk. Benim Türkçe yazdıklarımı o çeviriyor, ayrıca kendisi Almanca yazıyor, onları da ben okuyor, tartışıyor ve beraberce düzeltiyorduk.
Gazete kısa sürede 5,000 üzerinde satmaya başladı. 1980 Almanya’sı için büyük rakamdı bu.
Satışları yapanlar ise, ellerinde gazeteler, Alman lokantalarını ve birahanelerini dolaşarak dergiyi satan, çoğu “eine Mark” (bir Mark) dışında Almanca bilmeyen, Devrimci İşçi (Devrimci Yol) hareketinin isimsiz kahramanlarıydı.
Bu dönemde Helmut ile yaptığımız bir başka önemli iş daha vardı. Alman kamuoyunu Türkiye konusunda bilgilendirmek üzere 1979 yılında Alternative Turkei Hilfe (Alternatif Türkiye Yardımı) adlı bir örgüt kurduk. Sosyal Demokrat Parti’nin tanınmış milletvekilleri Manfred Coppik, Klaus Kirschner, Klaus Thüsing, Renata Schmidt, sonradan Bakanlık da yapacak Heidemarie Wieczorek-Zeul gibi isimler kurucular arasındaydı. Tüm bunları ayarlayan ise sevgili dostlar gazeteci Jürgen Roth ile Kamil Taylan idi. Günter Wallfraff, Gerhard Zwerenz, Christine Huth, Bernard Hoffmann aklımda kalan diğer isimlerdi.
Ama elbette tüm yük Helmut Oberdiek’in omuzlarındaydı.
Alternatif Türkiye Yardımı örgütünün amacı, Alman hükümetinin Türkiye’deki insan haklarını ihlal eden bir rejime yardım etmesini protesto etmek ve gerçek yardımın nasıl yapılması gerektiği konusunda kamuoyu oluşturmaktı.
Derneğin merkezi gene Helmut’un evi idi. Tüm pratik işleri Helmut ile ben yapıyorduk.
Bitmek bilmez yayınlarımız çalışmalarımız birbirini takip etti.
Bu yayınların içinde en önemlisi, 1981 Nisanında başladığımız ve 1985 yılına kadar düzenli çıkarttığı "Türkei-infodienst" adlı 15 günlük yayın gelir. Türkiye’deki gelişmeleri, günlük gazeteleri tarayarak Alman kamuoyuna aktarıyorduk. “Infodienst”i önceAlternative Turkei Hilfe adına bizler, Devrimci İşçi grubu Hamburg’ta çıkartmaya başladık, her şeyini hazırlayan Helmut idi.Infodienst’i 28 Aralık 1981’de Köln’e taşıdık. Orada çıkmaya başladı. Ama, Helmut, Alternatif Türkiye Yardımı örgütünün Devrimi İşçi’nin yan kuruluşu gibi görülmesinden rahatsızdı. Bağımsızlığını korumak istiyordu. 32’inci (21 Haziran 1982) sayısından sonra “Infodienst” Bielefeld’e taşındı.
Önceleri ekonomi, kültür, siyaset her konuda haber veriyorduInfodienst ama daha sonra bir tek insan hakları alanı kaldı, çünkü diğer bölümleri hazırlayanlar bu işi yapmamaya başladılar. Helmut büyük bir inatla yayına devam etti. Bu sayede, İnsan Hakları konusunda kimsenin sahip olmadığı büyük bir arşive sahip olmuştu.
Bu dönemde gerçekten çok sayıda broşür çıkarttık Helmut ile birlikte:
Sadece bir-iki örnekler vermek isterim; dikkat edilirse, broşürlerin yayın yerleri hep Bielefeld şehridir, çünkü Helmut orada yaşıyordu:
- Fatsa. Selbstverwaltung in einem Schwellenland. Ein Modell wird angeklagt, (Fatsa. Gelişmekte olan bir ülkede kendi kendini yönetme: bir model yargılanıyor), Bielefeld: 1980.
- Militärs an der Macht, (Askerler iktidarda) Bielefeld, Eylül 1982
- Massenprozesse in der Türkei, (Türkiye’de kitlesel yargılamalar), Bielefeld, Ekim 1982.
- Verfolgung der bürgerlichen Opposition, (sivil muhalefetin takibi) Bielefeld Ekim 1982
- Folter in der Türkei, (Türkiye’de işkence) Bielefeld, Şubat 1983
1979 yılında babam (Dursun Akçam), Türkiye’de Demokrat adlı günlük bir gazete çıkartmaya başlamıştı. Babamı, Aralık 1979’da kurmuş olduğumuz Alternatif Türkiye Yardımı örgütü adına düzenleyeceğimiz toplantılar için Almanya’ya davet ettik. Helmut benim gerçek adımı o zaman öğrendiğini iddia eder. Kitabında o anı şöyle anlatır:
“Frankfurt'ta yaptığımız böyle bir toplantının sonunda Memet'in babası ile de tanıştım. Demokrat gazetesinin imtiyaz sahibi olan Dursun Akçam, Jürgen Roth ve bazı Alman milletvekillerinin konuşacakları forumlara katılmak üzere gelmişti. Dursun Akçam'ın Memet adında bir oğlunun olmadığını ve Memet'in gerçek adının Taner Akçam olduğunu o vesile ile öğrendim.” Hatırladığım doğruyu yazmadığıdır... Ama olsun...
Babam Frankfurt’a geldiğinde, TAZ (Tageszeitung) gazetesi Babamla görüşmek için Frankfurt’a geldi. Saatler süren bir görüşme oldu. Sonra, yanılmıyorsam, TAZ bu görüşmeyi kapaktan haber olarak verdi. Soruları ben Almancadan Türkçeye, Helmut da cevapları Türkçeden Almancaya çeviriyordu. Helmut daha sonra düzenlediğimiz tüm toplantılarda babamın tercümanı oldu. Yanılıyor olabilirim ama Frankfurt’taki toplantımıza galiba 1000’e yakın insan katılmıştı. 10’un üzerinde şehirde tekrar edilen büyük toplantılardı bunlar...
Aralık 1980’de, Almanya’da 30’un üzerinde şehirde başlayan, çok etkin açlık grevleri eylemi organize ettik. Türkiye’deki işkenceleri protesto ediyor ve bazı arkadaşlarımızın akıbetini öğrenmek istiyorduk. Eylem, Almanya çapında öylesine büyük bir ses getirdi ki Alman Parlamentosu Türkiye’ye bir heyet yollamak zorunda kaldı. Helmut her zamanki gibi bu işin içinde ve ana organizatörlerden birisi idi.
1980 Askeri darbesi sonrası babam Almanya’ya gelmişti. 1982’de “Türklerin gözüyle Almanlar” diye bir kitap yazdı. Babamın kitabını da Almancaya Helmut çevirdi... “Deutsches Heim – Glück allein. Wie Türken Deutsche sehen“ Babamın birçok toplantısına da onun çevirmeni olarak katıldı. Babam bazen kızardı Helmut’a, „yahu adam benim söylediklerimi çevirmiyor, sorulara kendisi cevap veriyor“, diye... Araları hep biraz limoni idi.
1980 ile birlikte, işlerimiz o kadar çok yoğundu ki, Helmut hem öğretmenlik hem de İnsan Hakları aktivisti olma işini birlikte götürememeye başladı. Bir gün bana, “öğretmenliği bırakmak istiyorum”, dedi. “Nasıl geçinirsin Helmut”, diye sordum doğal olarak! Tercümanlık yapacaktı. Ve bizlerle daha sıkı beraber olabilmek, insan hakları konusunda çalışabilmek için 1981 Şubat ayında öğretmenliği bıraktı. Artık tüm vaktini Türkiye’de insan hakları ihlalleri sorunuyla uğraşmaya ayırabilecekti.
Bunu anlamak gerek. Helmut Almanya’da Beamte olarak adlandırılan, ömür boyu memurluk hakkını elde etmişti. İşten kendi ayrılmadığı müddetçe atılamaz, çıkartılamazdı. Helmut bu imtiyazı terk ediyor; insan hakları alanında uğraşmak ve Türk-Kürt insanına yardımcı olmak istiyordu.
Mesleğini bırakacağı duygusuna, 12 Eylül 1980 sabahı saat 6:00’da kendisine telefon etmemle kapılmış... Kitabında bu duygusunu şöyle anlatır; “12 Eylül 1980, sabah saat 6'da, yatağımın yanında bulunan telefonun sesi ile uyandım. Hamburg'tan Memet telefonun öbür ucunda bana heyecanla taze darbe haberini iletiyordu.” Helmut kendisini niye aradığıma bir anlam verememiş; sormuş kendisine, acaba niçin ilk önce onu aramıştım? “…Memet’in… bir siyasi hareketin lideri olarak daha önce kendi arkadaşlarına haber vermesi daha doğal olmaz mıydı?Mutlaka örgüt içinde gereken yerlere haber vermişti ve sonra beni aramıştı. Öyle yapması daha mantıklı sayılırdı, çünkü ben örgütten değildim, sadece arkadaşı sayılırdım. Gene de acaba bana özel bir görev düşer mi diye kendi kendime sormaktan alıkoyamadım ve sanki bundan sonra yaşamımın değişeceğine ilişkin bir his içime doğdu.”
Yıllar sonra, hatta son olarak, 2015 Ağustos’unda onu hasta yatağında ziyaret ettiğimde de tekrarlayarak, “Helmut, bazen çok üzülüyorum”, dedim, “benim-bizim yüzümüzden mesleğini bıraktın, keşke sebep olmasaydım, vicdan azabı çekiyorum”, dedim. Bana kızdı, “seninle alakası yok, benim kararımdı”, dedi ve ekledi “bu kararı vermeseydim bu kadar güzel heyecanları yaşayamazdım”.
Helmut Türkiyeli siyasi gruplar tarafından da bilinen ve sevilen bir insan oldu. “Alternatif Türkiye Yardımı” örgütünü bizim siyasetten de otonom ve bağımsız tutmayı başarmıştı ve bu niteliği ile Türkiyeli örgütler arasında bir nevi ara-bulucu ve koordinatör rolü de oynayabiliyordu. Türk-Kürt siyasetlerini ortak bir zeminde, birlikte eylemler, yürüyüşler yapmaya ikna edenlerden birisiydi… Bana, saatler süren ve sadece çay ve sigara içilen, bitmek bilmez toplantılardan şikayet ederdi...
Tuhafınıza gidebilir ama doğrudur; birçok Türk ve Kürt solcusu, insan haklarının ideolojik önceliklere göre savunulamayacağını ondan öğrendi. İdam cezasına temelden karşı olmayıp, sadece solcuların idam edilmesine itiraz edenler; sıradan bir hırsıza işkence yapılınca sessiz kalan ama siyasi nedenlerle yapan işkencelere karşı çıkan bir çok insana, kime yapıldığına bakılmaksızın idam cezasına ve işkenceye tavır almak gerektiğini anlattı durdu yıllarca... Almanya’da ilticaya başvuran PKK’lıya da yardım ediyordu; ama öbür taraftan PKK tarafından ölümle tehdit edilen insanların en büyük yardımcısı da Helmut idi. Sevgili Selim Çürükkaya’nın, kendisi ile tanıştırdığım Helmut hakkında anlatacağı çok şey vardır.
Helmut zamanla, Alternatif Türkiye Yardımı örgütü ve gerçekten tarafsız “Infodienst” adlı yayını ile kısa sürede, Alman Hukuk makamlarınca da kabul edilen bir otorite oldu. 15 günlük broşüründe sadece gazetelerden derlediği haberleri topluyor, hiç bir “ideolojik” yorum yapmıyor, sadece İnsan Hakları ihlallerini sergiliyordu, hem de kaynaklarını göstererek.
O artık Türkiye ve İnsan Hakları konusunda bir otorite ve Türkiye’ye gözlemci olarak giden çeşitli heyetlerin değişmez elemanı idi. 1980 Askeri darbesi sonrasında ilk defa 1982 yılında, DISK davası hakkında rapor yazmak için Türkiye’ye gitti.
Sonra yıllarca, Askeri rejim tarafından açılan davaları izlemek için Avrupa’dan Türkiye’ye giden çeşitli heyetlerde görev almaya başladı. Katılmadığı, hakkında rapor yazmadığı siyasi dava yok gibidir. Türk, Kürt, Türkiyeli tüm siyasetler Helmut’u bu sırada tanıdı. Helmut, onların Avrupa’ya açılan kapısı idi.
İnsan Hakları alanında ciddi bir otoriteydi Helmut artık. Onun, 1986 yılında Af Örgütü macerası böyle başladı. Londra’ya gitti ve Af Örgütü Türkiye Masası Şefi oldu.
1990 yılına kadar orada çalıştı. Bir kaç kez ziyaretine gittim. Sonra Af Örgütünü bıraktı, işin rutinliği onu sıkmaya başlamıştı. Ayrıca Londra’yı da sevmemişti.
Birçok siyasi çalkantıdan sonra, ben de artık Hamburg’a yerleşmiştim. Helmut Londra’yı bırakmak, Almanya’ya dönmek istiyordu. Gidebileceği birçok çok yer vardı. Ama bana yakın olmak için Hamburg’a yerleşmeye karar verdi. Böylece daha sık görüşebilecektik.
1990 yılında sadece Hamburg’a yerleşmekle kalmadı; başka bir şey daha yaptı... Hapisten çıkan kardeşimin 1991 yılındaki nikahına beni temsilen gitti ve katıldı. O yıllarda fırsat buldukça Kuşadası’na gider, bizim evde kalırdı.
1991 yılında Türkiye’ye İnsan Hakları Vakfında çalışmaya başlamıştı; “niye hep başkalarının kitaplarını çeviriyorsun, sen de otur anılarını yazsana” diye çok ısrar ettim. “Dışardakiler” adlı kitabını böyle yazdı. Kitabı, onun 1977’lerden sonra yürüttüğü insan hakları mücadelesinin bir özeti gibidir.
Sevgili dostumun Türkçe yazdığı kitabı ben redakte ettim. Ufak tefek Türkçe hatalarını düzelttim.
1995’li yıllarda Mesut Yılmaz Hükümeti tarafından istenmeyen adam ilan edildi ve Türkiye’ye girişi yasaklandı.
Ben 2000’de Amerika’ya geldim, haberleşiyorduk ama artık eskisi kadar sık görüşemiyorduk.
2010 yılında Hamburg’a gittiğimde bir kaç saat de olsa buluştuk, uzun uzun dertleştik. Ve onu en son 2015 Ağustos ayında ölümcül hastalığında ziyaret ettim. Saatlerce konuştuk, eski günlerimizi yad ettik... İkimiz de son görüşmemiz olduğunu biliyorduk. Sonra bir kaç email ve telefon görüşmemiz daha oldu... Ama hepsi bu...
Helmut Türkiye İnsan Hakları mücadelesine yaptığı katkı ile anılacak, hatırlanacak; benim için ise o, elmayı sapı hariç hariç çekirdekleri ile birlikte yemeyi, rafadan pişmiş yumurtanın kabuğunu soymayı değil, bıçakla kesmeyi öğrendiğim Herford’un köylüsü olarak kalacak! Her köylü gibi, utangaç ve sıkılgan, aşık olduklarına aşık olduğunu söylemekten ürken, sırlarını paylaşmayı sevmeyen, çok alçakgönüllü güzel bir insandı. Tipik Alman denilen şey ne ise Helmut oydu ve beni de kendisi gibi tipik bir Alman yapmıştı. Rahat uyu kardeşim!
T24
Yorum Yap