- 19.08.2013 00:00
Eğer darbelere açıktan destek veren ulusalcı koroyu bir kenara bırakırsak, Ergenekon ve Balyoz davalarına yapılan önemli itirazların başında, duruşmalar sırasındaki hukuksuzluklar geliyor. Hukuk ihlallerinin yargılamaların önemini gölgede bıraktığı ve vicdanları ciddi ölçüde yaraladığı iddia ediliyor.
Buna bir de Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un terör örgütü mensubu olarak, terörist sıfatıyla ceza alması meselesi ekleniyor. “Bu olacak şey mi” deniyor!
Konu “hukuk” ile “siyaset” arasındaki ilişkisi meselesidir ve Ergenekon ve Balyoz davalarının siyasi muhtevalarını doğru anlayabilmek için bu konuda ciddi tartışmalara ihtiyacımız var. Oysa yapılmakta olan tartışmalara baktığımda, ortada ciddi bilgi eksikliği olduğunu söylemek isterim.
Konunun özü, Türkiye entelektüel dünyasının hiç alışkın olmadığı, hiç bilmediği bir alanla karşılaşması ve bu alanın sorunlarını tartışmak zorunda kalıyor olmasıdır.
Sorun şudur: Tarihte belli haksızlıklar, adaletsizlikler yapmış; ciddi insan hakları ihlallerine yol açmış siyasi iktidar mensupları nasıl yargılanacaklardır?
Suç işlemiş devlet görevlileri, bu suçu keyfî ve kişisel olarak değil ama işgal ettiği makamın siyasi bir kararı olarak hayata geçirmişse, bu kişiler bireysel olarak sorumlu tutulabilirler mi ve eğer tutulacaklarsa hangi ceza maddelerine göre nasıl yargılanacaklardır?
Bu konu bizde hemen hiç tartışılmadı. Ama Batı dünyası bu konuyu haydi diyelim ki Napolyon’un 1815’te sürgüne gönderilmesinden beri sürekli tartışmaktadır.
Gerek ulusal gerekse uluslararası hukuk bu konuda esas olarak devlet görevlilerini koruma esasına göre düzenlenmişti ve bu nedenle suç işlemiş devlet görevlilerinin yargılanmalarında ciddi sorunlarla karşılaşılıyordu.
Eğer konuya salt hukuk boyutuyla yaklaşırsak, tarihte bilinen örneklerinde, bu tür yargılamalarda son derece ciddi hukuksuzluklar yaşandığını kabul etmemiz gerekir. Fakat ilginç olan şudur ki, birçok hukuki sorun içeren bu yargılamalar, daha sonra ulusal ve uluslararası hukuk sisteminin gelişmesinde son derece önemli rol oynayacaktır.
Anlaşılacağı gibi, devlet görevlilerinin geçmişte işledikleri suçlar nedeniyle yargılanması konusunda hukuk ve siyaset arasındaki ilişkinin son derece karmaşık olduğunu ve konuya salt hukuk açısından yaklaşmanın ciddi eksikliğe denk düşeceğini iddia ediyorum.
Eğer Ergenekon ve Balyoz davalarında da yaşanmış hukuksuzluklar sözkonusu olmuş ise, elbette bunlar hukuk sisteminin daha da yetkinleştirilmesi için kullanılır ve kullanılmalıdır. Ama hukuk asla ve asla yargılamaların siyasi boyutunu örtmek için bir gerekçe olarak kullanılamaz ve kullanılmamalıdır. Yani Ergenekon tartışmalarında, “ama” kelimesinin çok yeri ve anlamı olmadığını düşünüyorum.
Konuya ilişkin, tarihten verebilecek iki önemli örnek, 1919-22 İstanbul İttihat ve Terakki ve 1945-6 Nürnberg Nazi yargılamalarıdır. Bu iki dava da, eğer istenirse hukuksuzluk örneği olarak okunabilir. Her iki yargılamada da, mevcut hukuk sistemi, suç işledikleri belli olan devlet görevlilerini, İttihatçıları ve Nazileri yargılamaya elverişli değildi. Bu nedenle ciddi hukuk ihlalleri yapılmak zorunda kalındı. Elbette bu usulsüzlüklere gene hukukun içinde kalarak başvuruldu ve yapılanların hukuka uygun olduğu iddia edildi.
Bir başka yazıda İttihatçıların yargılanması örneğinde konuyu açıklamaya çalışacağım. Belki o zaman Veli Küçük’ün niçin Ergenekon yargılamalarını 1919 İttihatçı yargılamalarına ve kendisini Boğazlayan Kaymakamı Kemal’e benzettiğini daha iyi anlayacağız.
tanerakcam@gmail.com
Yorum Yap