Almanya: Acı vatan

  • 9.02.2017 00:00

 Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkiler hiçbir zaman çok dostâne ve sıcak olmadı. Ama son günlerdeki gelişmeler, zâten koyu tonların hâkim olduğu bu tabloyu daha da karartıyor. Almanya artık anti-Türkiye siyâsetlerindeki dozajı maksimum bir noktaya taşımış, alenî hâle getirmiş durumda. DHKP-C odağında kullanılan, şiddet ile harmanlanmış bir tür “Alisiz Alevîciliğin” baş destekçisi olduğu; PKK'yı kanatlarının altına aldığı bilinen bir gerçekti. Buna son zamanlarda, 15 Temmuz'un komplocu-darbeci kadrolarını da kattığı anlaşılıyor. O kadar ki, Almanya'nın şu aralar baş gündem maddesini Türkiye'deki seçilmiş hükümet ve özellikle de seçilmiş Cumhurbaşkanını düşmanlaştıran, şeytanîleştiren bir söylemle yazılan ve söylenenler oluşturuyor.


Bu durum enine boyuna yorumlanmayı gerektiriyor. Almanya'yı anlamak sâdece Türkiye ile olan ilişkileri üzerinden yapılırsa eksik kalacaktır. Önce Almanya'nın târihsel konumuna bir bakmak gerekiyor.

Siyâsal teoride, Almanya'nın modernleşme târihi “gecikmiş” bir modernleşme örüntüsü olarak anlatılır. 19. asırda Almanya topraktan kentlere kaynak aktarımını sağlamış; yâni sermaye birikimini tamamlamış; lâkin henüz toplumsal plânda “ulusal” ve modern devlet temelinde “kurumsal” dönüşümünü tamamlayamamış bir güçtü. Yerelliklere dayalı dağınık bir manzara sergiliyordu. Bu niteliğiyle dünyâya kapalı kalıyor; meselâ denizaşırı sömürge paylaşımından nasiplenmesini engelliyordu. Bu tıkanıklıklar Bismarck'ın “Kan ve Demir” siyâsetleriyle aşıldı. Ama gecikmenin kaybettirdiklerini yeniden kazanması mümkün olamadı. Bu kayıpları telâfî edebilmek adına “aşırılaştırıcı”, “zorlayıcı” sâikler kazandı. Almanya'da 19. asrın muazzam felsefe ve bilim okulları, sanat ve edebiyat birikimini, etkin organizasyon, üretim ve çalışma tekniklerini hep bu kayıpların telâfisi olarak değerlendiririm.

1870'lerde Birleişk Krallığın dünyânın başat hegemonik gücü aşınmaya başlamıştı. Onun yerini almaya aday iki güç vardı: ABD ve Almanya. Almanya bu târihsel fırsatı kullanamadı. Bunda en büyük etken onun kıt'asal bir birikimi olmasıydı. Yâni Almanya'nın bir deniz veyâ “okyanus” gücü olmadığını; ufkunun aslında çok dar olduğunu vurgulamak gerekiyor. (Hoş; bir başka gecikmiş olan Japonya, elbette adalar memleketi olarak denizle çok temastaydı. Ama adaların Japonlara biçtiği mukadderat “açılmak” değil; “kapanmak” olmuştu) .Yâni onca felsefî, bilimsel ve organizasyonel kapasitesine rağmen Almanya bir kısırlığın pençesindeydi. Zihinsel ve kültürel “derinlikleri” aslında bir sığlıkta düzleşiyordu. Alman düşüncesi, sanatı, evet derin olmasına derindir; ama nedense onun ürünleriyle temas eden herkeste “kekremsi” bir tad bırakır. Schiller'in “Neş'eye Övgü” şiirine bakmayın. Alman kültür havzası bir “neş'e” üretememiştir. Hep bir kasvet, hep bir karanlığa çarpar insan... Bir başka Kıt'a kültürü olan Fransa da biraz öyle değil midir? Belki de bu iki kıt'a gücü arasındaki fark; Fransa'da olumsuzluğun “inceltilmesi” ile Almanya'da derinleştirilerek “kabalaştırılmasıdır”.

Almanya önüne çıkan târihsel fırsatı, birikimlerini militarize etmek yolunda kullandı. Belki de bütün yapabileceği buydu. Nazizm bunun zirve noktasını oluşturur. Kara savaşlarında olağanüstü başarılar kazandı. ama denizde o kadar başarılı olamadı. İhtiraslarıyla giriştiği karasal-militarist mâcerası; yâni Sovyetlerin işgâli ise onu bitirdi.

II. Genel Savaş sonrasında sahneye çıkan ABD oldu. Hemen hemen hiç yıpranmamış; bütün kaynaklarını devasâ kapasitelerde harekete geçirmiş ABD dünyanın yeni hegemonik gücü hâline geldi. Üstelik ardına kültürel düzeyde akrabası olan Birleşik Krallığın birikimini alıyordu. Ama daha mühimi; basitlemeci, iş bitirici Anglo-Sakson kültürel birikimini, “Amerikan Rüyâsı” olarak bilinen bir refah ve tüketim ideolojisine dönüştürüyor; bütün dünyâyı zihnen ve rûhen teslim alıyordu.

II. Genel Savaş sonrası Japonya ile birlikte Almanya'ya kesilen cezâ; Euro-Dolar ve enerji bağımlılığı ile baskılanarak “üretim toplumu” olmaya mahkûm edilmesiydi. Almanya'da üretim patladı; ama tüketim hep düşük kaldı. Bu bir bakıma Almanya'nın kendi kapasitesine mahkûm edilmesiydi. Bütün yapabildiği, nüfuslarını sıkı bir şekilde çalıştırmak; emekli olduktan; yâni posasını çıkardıktan sonra turizmle ödüllendirmek oldu. Ren kapitalizmi diye anlatıla anlatıla bitirilemeyen hikâyenin aslı budur.

Almanya bu baskılara direndi; direnmesine. AB bunun meyvesidir. Ama bütün bu gayretler nâfile sonuç verdi. Soğuk Savaş sonrasında Doğu Avrupa üzerinden sağladığı nüfuz alanı artışı, Almanya'da bastırılmış emperyal ihtirasları bir dereceye kadar açığa çıkardı. Ama Ukrayna'da ne kadar çuvalladığı görülüyor. Geçmiş olsun..

Evet bugün Almanya elbette bir üretim devidir. Ama belirsizlik mühendisliğinde, bilişimde sözü geçmez. (Meselâ Japonya burada bir çıkış yolu buldu). Makina ve kimyada takılı kalmıştır. Nüfusu ise Ren Kapitalizmin tasarrufçu etkileriyle yaygın bir egosantrizme dönüşmüş, yaşlanmış ve hırçınlaşmıştır. Almanya'da yaşlı olmak olgunlaşmaya delâlet etmez. En hırçın ve egosantrik hâliyle yaşanan ikincil çocukluktur bu. Yabancı düşmanlığı da buradan neşet eder zâten. Bugün Alman kamuoyu, kültürel olarak bu tarz bir çocukluğun etkisi altında görülüyor.

Ortadoğu'da Türkiye'ye diz çöktürerek bir şeyler elde etmeye çalışıyor.. Bunu başaramayacak.. Almanya'nın böyle bir kapasitesi yok.. O hâlde, onların bildiği dilden şöyle diyelim: Diren Türkiye…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums