Bazı tarihsel hatırlatmalar

  • 2.02.2017 00:00

 Trump'ı ilk ziyâret eden “yabancı” devletlû Birleşik Krallık Başbakanı May oldu. Bizim açımızdan bunun dikkât çekici yanı; May'in bu ziyâretinin hemen ardından Türkiye'ye gelmesi oldu. Eğer Türkiye, ABD'ye komşu bir memleket olsaydı; durumu diplomasinin rutin uygulamalarından birisi olarak görebilir; May'in, “Buralara kadar gelmişken bir de Türkiye'yi aradan çıkaralım” diye düşünmüş olduğunu değerlendirebilirdik. Ama tabiî ki öyle değil…May, uzun bir seyahati göze aldı. O zaman, anlaşılıyor ki, Trump ile görüşmesinin ana meselelerinden birisinin de Türkiye'ydi…


Bâzı olayların ardışık bir şekilde yaşanması hayli düşündürücü bir mâhiyet taşıyor. Birleşik Krallık önce Brexit'i oyladı. Kritik bir kararla; Büyük Britanya AB'den çıktı. Kısa bir süre sonra, Cameron dönemi sona erdi ve May başbakan oldu. Derken, “seçilemez” denilen Trump seçildi. Nihâyet Britanya ile ABD arasında zâten mevcût olan târihsel bağlar” gözden geçirilerek yeni bir eksende yeniden kurulmaya başlandı. Bu gelişmelerin gerek bizim de içinde olduğumuz Ortadoğu; gerekse dünyâ siyâsetinde derin etkiler doğurmaya aday olduğunu kestirebiliriz.

Modern dünyâ hegemonya tarihi çok açık ki; ağırlıklı olarak Anglo-Sakson merkezli bir niteliğe sâhiptir. Bir madalyon benzetmesiyle bunun Birleşik Krallık ile ABD arasında iki yüzü olduğunu fazla zorlanmadan söyleyebiliriz. Bu süreçleri, değerlendirmekte bizi hatâya sürükleyebilecek olan husus; meselâ 19.Asır'dan 20.Asra doğru bir “târihsel yer değiştirmenin” yaşanmış olduğu tezidir. Yâni Britanya'nın sönümlenip; onun yerini ABD'nin aldığıdır. Hâlbuki daha reel olarak bakıldığında, bunun bir ontolojik “yer değiştirme” değil; tek bir madalyonun iki yüzü arasındaki bir “yer değiştirme” olduğunu görebiliriz. Dönüşen; ağırlıklı ve öncelikli olarak hegemonik yapıların askerî temsilinin kim tarafından kotarılacağı ile âlâkalıydı. II. Genel Savaş'tan hayli yaralı olarak çıkan Birleşik Krallık bu hususta bir geri çekilme kararı almıştı. Artık sahnede devâsa üretimi ve savaşta Pearl Harbor hâriç fiske yememiş ; üstelik nükleer güç gibi rakipsiz bir avantaja sâhip olan hâliyle ABD vardı. Birleşik Krallığın, ABD'nin hegemonik sahnede başrolü aldığı dönemde işi başından aşkındı. Bir taraftan savaşın tahribâtını gidermesi; diğer taraftan da artık kendisi için ağır mâliyetler getirmeye başlayan sömürgelerini aşama aşama tasfiye etmesi gündemdeydi. Diğer taraftan Kıt'a Avrupası'nın yeniden inşâsına ve denetim altına alınmasına dönük siyâsetleri tek başına başarabilecek konumda değildi. Nihâyet 20. Asrın bir enerji asrı olduğu ortadaydı. Kısm-ı âzâmı Britanya-ABD sermâyesine sâhip olan şirketlerin çıkarları doğrultusunda yeni bir dünyâ hâritasının çizilmesinde etkili olmak istiyordu. Kuvvetli bir desteğe muhtaçtı. Bu da ABD'den başkası olamazdı.

Yeni askerî yapılanma; NATO içinde etkin bir şekilde yer aldı. Ama fazlaca görülmeyen bir husus; Birleşik Krallığın, Dolar ve Sterlin üzerinden şekillenen finansal ağdaki ayrıcalıklı yeridir. Herkes Wall Street'i konuşur. Ama City pek az gündeme gelir. Hâlbuki City, en az Wall Street kadar mühimdir.

Büyük Bitanya asla bildiğimiz manâda bir Avrupa gücü değildir. O, kuvvetli Asyaik bağlantıları(Ortadoğu ve Kıt'a Asyası) olan bir Atlantik ve özellikle de Dominyonları (Avustralya ve Yeni Zelanda) üzerinden bir Pasifik gücüdür. Buna mukâbil meselâ Lâtin Amerika'daki varlığı nispeten sınırlıdır. (Hoş, yeri geldiğinde Falkland gibi leblebi adalar için savaşı göze almayı da bilir). Dikkât çekici olan; Afrika'da başta Fransa olmak üzere ciddî bir rakibi vardır. Fransa'nın Ortadoğu'dan püskürtmeyi bilmiş; ama Mağrip'ten aşağıya doğru kuvvetli bir hâkimiyet kurmasını engelleyememiştir.

Çok daha erken bir evrede, İspanya'yı sindirilmesinden sonra; Britanya'nın en fazla dikkât ettiği husus; Almanya ve Fransa'dan gelebilecek cârî ve muhtemel tehditlerdir. Britanya ,bu iki gücün uzun zamanlar boyu birbirini yemesinden hayli memnun kaldı. Çarlık ve Sovyet Rusya'yı bu iki gücü pasifize etmek için bir libero gibi kullandı. I.ve II. Genel Savaş sırasında ise Fransa'yı yanına aldı. Almanya -Sovyetler savaşını kullanarak dengeyi sağladı. II. Genel Savaş sonrasında, Almanya ve Fransa arasında AB'nin ruhûnu veren “târihsel uzlaşmayı” belki engelleyemedi; ama kuvvetli bir çekince koydu. Birleşik Krallığın AB üyeliğinin bu ittifakı yakından marke etmekle alâkalı olduğunu düşünüyorum. Para Birliğine girmemesi bunun en tipik alâmetidir.

AB'nin artık çöküşe geçtiği görülüyor. Almanya-Fransa ekseninin yaptığı târihsel ataklar umdukları sonucu vermedi. Şimdi can havliyle Ortadoğu'ya ve Afrika'ya yükleniyorlar. Obama döneminin sarsak dış politikasından istifâde ile NATO içindeki ağırlıklarını arttırmaya; bunu da Rusya'ya yıkmaya çalışıyorlar. Ama yeni gelişmeler; özellikle de May-Trump ikilisinin izleyeceği siyâsetler bu kartları ellerinden alacağına işâret ediyor. Öyle anlaşılıyor ki; finansal olarak Dolar-Sterlin ittifâkı Euro'yu silmeye dönük ataklara geçecek . Daha çarpıcı olan ; Atlantik-Pasifik güçler bundan sonra Ortadoğu ve Afrika'da neler yapacağı ile âlâkalı…(Tabiî ki buralarda Rusya ve Çin gibi başka parametrelerin devreye girdiğini görmüyor değilim).

Adını daha berrak koyalım: Evet savaş Ortadoğu'da yaşanıyor. Ama aslında çok katmanlı bir savaş bu. Kanlı, iç acıtıcı görüntüler; daha derinde Atlantik-Pasifik güçleri ile Kıt'a Avrupası arasındaki bir başka savaşı ve bunun bölgemize yönelik tehdit ve fırsatlarını unutturmamalı…. May'in gelişi bana bununla âlâkalı gözüküyor.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums