- 15.12.2016 00:00
Son terör saldırısının doğurduğu resmî ve sivil-kitlesel tepkiler dikkat çekici bir şekilde seyrediyor. Vaziyetin ne kadar kritik olduğu artık çok âşikâr. Türkiye için çok trajik bir evrede; bir “olmak veya olmamak” noktasında olduğumuzu görüyor ve idrâk ediyoruz. 7 Haziran Seçimlerinden bu yana tablo bu…
Aslında kuşbakışı bir nazarla bakıldığında şaşırtıcı bir taraf yok. 1990'lardan başlayarak dünyânın en istikrarsız manzaraları bölgemizde ortaya çıkıyor. Irak'ın işgâli, Balkanlar ve Kafkasya'nın paramparça hâli, mâhut istikrarsız Ortadoğu manzaralarına eklemlendi. Ortadoğu her zaman bir istikrarsızlık ve çatışma alanıydı. Bu evrede ise darmadağın edildi. Türkiye ise bu aşamaya kadar, bütün iç meselelerine rağmen ayakta kalmayı başardı. Ama bu fırtınanın etkilerinin memleketi içine almaya başlamasını yadırgamamak gerekiyor.
Bu bölgesel tabloyu elbette küresel krizler donatıyor. Aslında bölgesel savaşları küresel savaşın bir parçası olarak okumak durumundayız. Hattâ bir adım daha gidip; insanlığın başında bir Demokles Kılıcı gibi duran 3.Genel Savaşının, tedricî bir düzeyde başlamış olduğuna bile hükmedilebiliriz.
Pekiyi ne olacak? Bu yoldaki ihtimâlleri de açık seçik ortaya koymak durumundayız. Türkiye bu bâdireden ya “büyüyüp güçlenerek” veya “küçülüp zayıflayarak” çıkacak. Üçüncü bir ihtimâl; meselâ “olduğu gibi kalmak” gibi bir ihtimâl günden güne devre dışı kalıyor. Büyüme ve güçlenme ihtimâlini coğrafî karşılığı veya çağrışımlarıyla özdeşleştirmediğimi söylemeliyim. Bunun rasyonel karşılığının, Türkiye'nin “târihsel havzalarında” nüfûz veya etki gücünü arttırmak olduğunu düşünüyorum.
Önümüzdeki kritik devrenin kaçınılmaz olarak Türkiye'nin mevcut gücü ile mütenâsip olarak kendisini pekiştirmesi; (konsolide etmesiyle) geçeceğini öngörebiliriz. Bunun bir sacayağı olduğunu da kaydetmeliyiz. Bunlar sırasıyla “toplumsal”, “kurumsal” ve “ekonomik” ayaklardır. Şimdi bunlara bakalım.
15 Temmuz'da sokağa çıkan ve direnen kitlelerin kâhir ekseriyetinin “milliyetçi ve dindâr” kitleler olduğunu biliyoruz. Bu noktada bilerek veya bilmeyerek CHP treni kaçırmıştır. Her ne kadar Meclis çatısı altında direnen saygıdeğer CHP milletvekilleri vardıysa da, partinin liderinin havaalanına bir çırpıda ulaşması ve “kitlesini sokağa dökmesi” mümkün iken saklanıp “gelişmeleri izliyoruz” demekle yetinmesi CHP'nin târihsel hatâlarından birisiydi. (Yanlış hatırlamıyorsam Sayın Kılıçdaroğlu “bir darbe olursa tankların üstüne ben çıkarım” demişti). Bunu Yenikapı Mitingine katılmakta gösterdiği çekingenlik izledi. Her neyse; bütün ayak sürçmelerine rağmen CHP oluşan toplumsal dirençte yerini aldı. Arka plânında olup bitenleri bilmemize rağmen biz bunu önemsedik. CHP ile Ak Parti arasındaki uzlaşmazlıkları devre dışı bırakarak yaşanan yakınlaşmayı destekledik. Ama CHP ardından yine savruldu. İnşallah son terör saldırısı ve ardından dünkü liderler toplantısı bu savrulmanın önünü alır. Târihsel risk artık bir realite olarak karşımızda duruyor. Aklı başında herkes sevsin veya sevmesin toplumsal konsolidasyonun ise sâdece Tayyip Erdoğan'ın liderliği altında mümkün olduğunu görüyor. Bunu en nesnel hâliyle CHP'nin de görmesi gerekiyor. MHP ise durumu gördü. Hatâlarından döndü ve gereğini yapıyor.
Tek ortak payda “yurtseverlik” ortak paydasıdır. Bunu da kimsenin sömürmeye hakkı olmadığını görmek gerekiyor. Bütün siyâsal odakların kendi gündemlerini bu noktada “update” etmesi son derecede mühim. Doğrusu dünkü toplantıyı çok önemsedim. Ama çıkışta liderlerin bir kaç cümlelik açıklamalarını çok yetersiz bulduğumu söylemeliyim. Hâlbuki; “Taraflar memleketin içinde bulunduğu durumu ortak bir kavrayışla karşılamakta olup; aşağıdaki 'ulusal-yurtsever ilkelerde' buluşmuşlardır” meâlindeki bir dibâceyle taçlanan bir manifesto açıklansaydı ne kadar doyurucu olurdu… Hâkimiyet-i Milliyeyi vurgulayacak olan bu tarz bir metin, mevcût cârî siyâsal-kültürel tartışmaların geriye çekilmesini ve “yurtseverlik” odağında güçlü bir toplumsal direnci sağlayabilir. Unutmayalım, Kurtuluş Savaşı'nı başarıya götüren en büyük donanımlar Amasya, Erzurum, Sivas gibi târihi buluşmaların etkili manifestolarıdır. Gün, farklılıklarımızı değil, ortak noktalarımızı açığa çıkarma günüdür…
Kurumsal-ekonomik meseleye bir sonraki yazımda el atacağım…
Yorum Yap