Memnû

  • 31.07.2012 00:00

 Türkiye, Aşk-ı Memnû’yu kalpten biliyor da, Mısırlı yönetmen Amal (yani Türkçenin kırılıp dökülen kibar seslendirmesiyle “yerelleştirip” söylersek “Emel”Ramsis’in Memnû/ Mamnoubelgeselinden pek de haberdar değil.

Memnû; malum, “yasak”.

Emel, “Mısır’da ne yasak değil, bulmak, bilmek istiyorum” deyip sokaklara çıkmış ve önce tek başına bu soruya yanıt aramış, sonra da, eş dost tanıdıkla sohbet ederek onlara, “Sizce ‘yasak’ nedir”sorusunu yöneltmiş.

25 Ocak 2011’de, belgeselin çalışmaları bittiği gün, Tahrir Meydanı’nda gösteriler başlamış. Bu nedenle, belgeselin son karesi; “bu film bitmedi” diyor.


Sawra Mostamirra
, yani “devrim devam ediyor” da, Mübarek’in devrilmesi sonrası yaşanan tüm hayal kırıklıklarına rağmen, okun yaydan çıktığını, geri dönülmez bir değişim sürecinin başladığını anlatan, “bugünün” en geçerli sloganı.

Devrimin getirdiği en büyük değişimi, önceki gün dinleme fırsatı bulduğum, Manchester Üniversitesi’nden Karşılaştırmalı Edebiyat Profesörü, Mısırlı Dalia Said Mustafa, şöyle özetledi;“Devrim, siyasi bilinci değiştirdi”.

İşte Memnû belgeseli de, “büyük patlamaya”, Mısır’ın zihin dünyasındaki değişime giden yolu anlatıyor.

Sonun başlangıcını getiren, ufak çatlakların nasıl oluştuğunu...

Bir genç kızın; “En çok hangi yasak seni sinirlendiriyor” sorusuna verdiği yanıt her şeyi özetliyor; “En çok her şeyin yasak olması deli ediyor”.

Her şey “memnû” ama “yandaş” gazete manşetlerinin sunduğu dünya bambaşka: “Devlet kendinden memnun.”

Emel’in çektiği kareler, Kahire’nin, polis şiddeti ve baskısıyla, her köşeye yerleştirilen bariyerlerle, devlet binalarının çevresine insandan ve betondan örülen duvarlarla nasıl bir “açık hava hapishanesi” hâline döndüğünü aktarıyor.

Halkın, “yabancılara kötü gözüktükleri için” turistik yerlere, müzelere, piramitlere yaklaşmasının bile yasak olduğu bir şizofren ortam.

Ne var ki, Memnû’nun yansıttığı Mısır’ın yasaklı dünyası, bir Türkiye vatandaşı olarak bana, benimle beraber belgeseli izleyen Kuzey ve Batı Avrupalılar kadar “uzak” gerçekler değil.


“Burada, Batı Şeria’da olduğundan çok daha fazla kontrol noktası var”
 diye dalga geçen Kahirelinin sözleri, çok mu yabancı Diyarbakır’dan daha doğuya gitmeye çalışanlara mesela?

Veya kimliğini göstermediği için, polislerce bir internet kafeden “alınıp” dövüle dövüle öldürülenHalid Said’in hikâyesi çok mu farklı, İstanbul’da ve Trabzon’da polislerce kıyasıya dövülen Ahmet KocaAydın ve Ebubekir Bıyık’ın yaşadıklarından...


Devrimin başlangıcı 25 Ocak’ın da, Mısır’ın Ulusal Polis Günü olduğunu anımsatırım!

Ben, Emel Ramsis’in belgeselini, Dalia Mustafa’nın, “Şarkılar ve Belgeseller Üzerinden Devrim Okumaları” sunumunun ertesinde izledim.

Mustafa’nın, Avrupa’nın en kuzey noktalarından birindeki bir odada, Estonya’nın başkenti Tallinn’de anlattıkları bana bir kez daha “ders” oldu.

Bir kez daha fark ettim ki, Türkiye’nin siyaseti, Arap Baharı’nın gerçek anlamını anlamaktan çok uzak.

Konuya, Türkiye’de hem medyanın büyük bir kısmı, hem de siyasetinin tamamı tarafından, “eski gözlüklerle”, müthiş bir miyoplukla yaklaşılıyor.


Çünkü Mısır’dan bahsedilirken, “Tahrir Meydanı” ya da “devrim”den söz edilirken, ülke içindeki ve dışındaki kurumsallaşmış güç dengeleri, siyasi partiler gibi, “devlet” kavramları üzerinden konuşularak, düşünülerek okumalar yapılmaya çalışıyor.

Ama Mısır’da, Tunus’ta devrimi, hiçbir siyasi hareket, hiçbir güç yapmadı.


Lidersiz, tamamen kurumsallıktan uzak hareketlerden bahsediyoruz.


“Güçsüz” insanların, muazzam bir güçle iradelerini biraraya getirmelerinden söz ediyoruz.


Dalia Mustafa
 sunumunda, politikacıların, liderlerin, partilerin, siyasi güç dengelerinin, ordunun, polisin, yani kısaca “güç siyasetinin” ögelerinin lafını hiç geçirmedi.

Sadece insanları anlattı.

Tahrir Meydanı’na gece-gündüz taşıdıkları posterleri, pankartları, sloganları...

Duvar yazılarındaki, graffitilerdeki patlamaları...

Devrim sürecinde sazını (çoğunlukla udunu ama bazen de gitar veya akordeonunu) kapıp da (sadece Tahrir’de değil, tüm ülkede) meydana inen müzisyenleri...

Devrim için yazılan, Devrim sayesinde hatırlanan besteleri...

Columbia Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Edebiyat Profesörü, Doğu-Batı arasındaki geçişler/ geçirgenlikler/ duvarlar üzerine en çok fikir yürüten, dünya çapında tanınan “komple entelektüellerden” İran kökenli Hamid Dabaşi’nin, daha yeni piyasaya çıkan kitabı, Arap Baharı’ında dediği gibi, “Devrim” bölgede, hayatın her alanında, çevrilmemiş taş bırakmayacak.


“Bildiğimiz hâliyle dünya” değişti.

Bugünlerde, Türkiye’nin “takıntı konusu” Kürdistan, Kürtlerin bölgesel olarak birleşmesi, “gökten üç elma düştü” şeklinde gündeme gelince, siyaseten yapılan çoğu “liberal”“demokrat” niyetli yorum bile, “Suriyeli Kürtlere iyi davranalım; Türkiye için bu en iyisi” son derece faydacı ve devletçi bir tutum aslında.


Realist, reel politik perspektifinden, sadece kurumlar ve devletler üzerinden dünyaya bakmak artık gerçekçilikten çok uzak.


Marx
’ın bir zamanlar Avrupa için dediğini, değiştirerek söylersem; Sırbistan’dan Yemen’e, Azerbaycan’dan Tunus’a, bu coğrafyada bir hayalet dolaşıyor; insan hakları devriminin hayaleti.


Film daha yeni başlıyor.


Bu çok seyahatli dönemde, İtalya ve derin devlet üzerine yazmaya devam edecekken, iki yazı bu konuya ara veriyorum. İlham çok, yerimiz dar!


oneysezin@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums