Hanemize ay doğdu

  • 5.07.2012 00:00

 Can, Cana, Canım Leyla Bebek,

Dün dünyadaki yedinci günündü. Koskoca bir hafta geçti; ikinci Çarşamba’nı yaşarken sen, İstanbul’da Boğaz’a bakan, pencerelerinden Arnavutköy’ün yokuşlanan yollarındaki ağaçlardan esip gelen hafif rüzgârlar, yanaklarını öpüyor olacak. Daha seçemezsin ama, gözlerini daha bir açıp etrafına bakmaya başlayınca, Boğaz Köprüsü’nün yanıp sönen ışıklarıyla eğlenmeye başlayacaksın odanın penceresinden.

Sevgili Leyla,

Seninle aynı gün doğan 4 bine yakın bebek var Türkiye’de. 4 bin kader; birbirinden çok farklı, çok eşitsiz hayatlar, 27 Haziran 2012 günü başladı seninkiyle beraber. 365 günü politika düşünüp yazmaya ayırdığımız hayatlarımız var; içinde bulunacağın çevrede bunu da göreceksin hep. Ama ben bu günü, aslında gerçek politikaya, yani insan hayatına dokunan gerçeklere ve bunları değiştirme gücü, arzusuna ayırmak istiyorum.

Bugünün liderleri, partileri, “güncel gelişmeleri”, sen büyüyüp de benim yaşıma geldiğinde, çok uzak kalacak; bugün siyaseten kafamıza taktığımız şeyler, bizi kutuplaştıran şeyler, nasıl sararıp solup anlamsızlaşacak bildiğimden, “2012 yılı” gerçeklerine ilişkin hiçbir şey yazmayacağım şimdi sana.

Onun yerine sana, “insan olmak nedir”, “insan için gerçek olan nedir” gibi, ezelden beri hepimizi eşitleyen yanıtsız bir soruya benim, üç on yıllık arayışımla anlayabildiğim ipuçlarından söz edebilirim biraz.

İnsanlık olan bizi birleştiren özellikleri, antropologlar şöyle sıralamış; insanlar olarak, hepimiz oyuncuyuz, bilimseliz, hukukiyiz, yemek konusunda kendi keyif ve zevkimiz neyse ona düşkünüz, hepimizin tüm dünyadan saklı bir mahrem tarafı var, dedikodu dâhil her türlü iletişimi, konuşmayı, bilgi alışverişini de seviyoruz. 1956’dan beri yayınlanan, önemli bir popüler bilim dergisi, New Scientist yazıyor bunları;

Oyuncuyuz derken; yaşadıklarımız, hayat üzerine düşünüyor ve insanlık tarihinin başından beri taklit ediyor, gözlemlerimizi tiyatrolaştırıyor, resmediyor, dans ediyor, şarkı söylüyor ve yaşamla ilgili bu yansımalara bakarak eğleniyor, üzülüyoruz.

Bilimseliz derken; araştırıyor, geliştiriyor, sorguluyor, hayata, dünyaya egemen olmaya çalışıyoruz.

Hukukiyiz derken; insanlık tarihinin başlangıcından bu yana, kurallar, kültürel tabular, inançlar icat ediyor ve bunları yaşamamızın varoluşsal bir parçası haline getiriyoruz.

Ehli keyifiz çünkü hiçbir canlı türü yemek yemeye ve yemek çeşitlerine bu kadar büyük önem atfedip, bu kadar farklı tarif, yiyecek türü yaratmamış, sofra etrafında bir kültür, kainat inşa etmemiş.

Mahremiz, çünkü hayatımızın bir bölümü, başkalarının, herkesin gözlerinden, bilgisinden, tasavvurundan uzak, sadece bize özgü.

Dedikoducuyuz; ama sadece bu da değil; konuşarak, haberleşerek devamlı bir iletişim içinde olmayı seviyoruz.

Kültürel, fiziksel, davranışsal özelliklerin ötesinde, bir de tabii ruhani boyutu var işin.

Doğup büyüdüğümüz bu ülkede, fazla da önem verilmeyen üzerine konuşulmayan “etik değerler” var.

Ahlak, aslında, tam da kastedilen...

Van’dan çok sevdiğim bir dostum, Sami Görendağ bana şöyle demişti; “Bir kavram takıntı haline getiriliyorsa, bil ki orada o kavramın eseri bile yoktur da ondan”. Ahlakı sürekli diline dolayan, başkalarını ahlak üzerine yargılayanlar, bu yüzden en ahlaksızlardır bence Leyla. Kendi eksiklerini, başkalarını yerden yere vurarak gidermeye çalışırlar.

İnsan olmak Leylacığım, bir duruş meselesi.

Öğrendikçe ne kadar az bildiğinin farkına varmak...

Yaşam boyu kilitler altına almaya çalışıp, korumak için çevresine kaleler ördüklerinin bir anda yok olacağının bilincinde olup, bundan korkmamak.

Çünkü hayat bir şans Leyla, her şey evrenin attığı bir zar; bir yaşamı devasa bir dağı yoktan var eder gibi yaratıyorsun ve günü gelince, en tepeden uçuruma bırakıyorsun kendini.

Her şeye yeniden başlıyor, bir yaşamda bir kez değil, bazen birkaç kez yeniden doğuyorsun.

Çünkü Leyla, insan olmak, kuş gibi özgür olmak demek. Özgür olmak da, hayatı biraz kahramanca yaşamak, biraz kendi ufak tasavvurunun ötesine kanatlarını açmayı bilmek ve başkalarının yarattığı rüzgâra karşı süzülmek...

Dalgaların zirvesine, ancak kendini denizin ahengine bırakıp, yükselmenin de düşüşün de anlamına varırsan ulaşabileceğini anlamak demek. Sen ne kadar planlayıp programlasan da, hayat kartlarını senin öngördüğünden çok farklı şekilde açacak.

Yıllar geçtikçe, rastlantılara, hayatın rastlantısallığına daha çok inanıyorum; bir tek rastlantı, tüm dünyanı değiştirebiliyor.

Ama ne de tuhaf ki, mucizeler çok yavaş açan çiçekler gibi sabırla, emekle oluşuyor.

Mesela, sen bugün ikinci haftana gözlerini açarken, İsviçre’de kuantum fiziği ile ilgili mühim şeyler oluyor, evrenin, yaşamın her türünün nasıl oluştuğuna ilişkin anahtar gibi ipuçları “bulunuyor”. Buna, “mucize” diyorlar.

Oysa, 15 yıldır bunun için çalışıyor birçok bilim insanı.

Türkiye’de de, medya, bu bilim haberlerine, gene Sami’nin dediği gibi, bilimsel düşünce eksikliğinden olsa gerek, çok meraklıdır.

Yıllardır bilim konularına kafa yoran, mesela fizik, astronomi gibi konularda eğitim görmüş, bilim editörleri olmadığından medyamızda, yalan yanlış aktarılır bu konudaki haberler.

Nobel ödüllü fizikçi Leon Lederman’ın bir kitabı var; “Evren Yanıtsa, Soru Nedir?”

Benim yanıtım, senin evinin yanında, bir yokuşun üzerinde tüm Boğaz’ı kuşbakışı gören bir yerde ay doğarken keşfettiğim, tıpkı manolyalar gibi yavaş açılan bir mucizede; kalpten, gerçekten sevmeyi öğren Leyla, bence bizi insan yapan asıl bu.

“Yıldıray Oğur ve Zeynep Mertoğlu'na çok tebrikler”
oneysezin@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums