Görmüyor musun yanıyorum

  • 18.05.2012 00:00

 Meksikalı yazar Carlos Fuentes, Meksika tarihiyle ilgili, “İhanet, yalan, mezalim ve intikam dolu” sözlerini kâğıda dökmüştü, son romanı La Voluntad y la Fortuna’da (Arzu ve Kader).

Aynı romanda, Güney Amerika’da hukuk ve adalet ile ilgili olarak da, “Hukuka, Latin Amerika’da, onu sadece daha fazla ihlal edebilmek için saygı gösterilir” cümlesi de yer alıyordu.

Fuentes, önceki gün 83 yaşında öldü.

Yaşamı biraz “Kuzey”de, biraz da “Güney”de geçen Fuentes’in, gelenek ve modernite, Batı’nın rasyonel düzeni ve sunduğu konforla, Latin Amerika’nın kaotik albenisi ve canlılığı arasında bölünmüş dünyasından çıkan, Türkiye’ye de paralel düşen birçok tesbit var.

Fuentes de, pek çoğumuz gibi, “Batılılıkla”, “Doğululuk” (Güney Amerika cephesinden bakarsak, “Güneylilik”) arasında bocalıyordu; yılın yarısını Londra’da, yarısını da, “Bu şehirle ilişkim, bir kadınla olduğu gibi; bazen, onu çok seviyor, bazen de nefret ediyorum –çirkin, güzel ama hep üzerimde etkisi olan, muhteşem ve korkunç bir kent” diye tarif ettiği Mexico City’de geçiriyordu.

Fuentes’in, 1962 tarihli Aura romanı da, aslında, Türkiye’nin yavaş yavaş geçmişiyle hesaplaşmaya çalıştığı, geçmişini anlama ve yargılama sürecine girmeye başladığı zamanlara çağrışım yapan bir dile sahip.

Bu romanın başkahramanı genç bir tarihçi; bir generalin anılarını kaleme alma işini üzerine alıyor. Ve bu görevi yüklendiği havasız, boğucu bir evde, geçmişle geleceği, fantezi ve gerçeği birbirine karıştırdığı bir esrarengiz âleme sürükleniyor. Genç ve güzel Aura’nın peşinde koşarak, arzudan kendinden geçip delirmek üzere, onunla bu evden kaçmayı hayal ediyor. Ancak, Aura gerçekte yaşıyor mudur, hiç var olmuş mudur? Aura, baştan çıkarıcı bir büyü müdür, efsunlu mudur? Esaret midir, özgürlük mü? Mantıklı olarak nitelediğimiz şey, aslında deliliğin ta kendisi midir?

Fuentes, zaman kipleriyle oynayıp, okuyanda, şimdinin geçmişle, gelecekle birbirine geçtiği, her türlü zaman mevhumunun kaybolduğu, zamana ilişkin zeminin tamamen ayaklar altından kaydığı bir atmosfer yaratmıştı Aura’da.

Zaten de Fuentes, romanlarını, Batı’nın zamanı “düz bir çizgi” gibi ilerleyen anlayışına karşı, zamanın döngüsel, “ilahi dönüşlerle”, helezonlarla dolu, çapraşık bir kavram olduğunu ileri sürmek için tasarlamıştı. Son romanı, Arzu ve Kader’de, “Geçmişi arzulamak. Geleceği hatırlamak. İşte ölümün paradoksu bu. Sadece bunu anlayabilmek için ölmeniz gerekiyor” diyordu.

Fuentes’in ölümüyle, onun bir yazar olarak zamana yaklaşımını “anımsamak” ve Türkiye’nin son dönemdeki “geçmişle hesaplaşma” çabalarına denk gelince bulmacanın eksik kalan parçasını,Freud’un meşhur bir rüya analizi tamamladı.

Bir hastasının, psikanaliz seansında Freud’a anlattığı rüya şöyleydi; bir çocuk ateşli bir hastalıktan ölüyor. Babası da, onun ölümünden sonra uykuya dalıyor. (Buraya kadar, hikâyenin “gerçek” kısmı.) Rüyasında çocuk, babasına alevler içinde gözüküyor ve ona yalvarırcasına “Baba, görmüyor musun yanıyorum” diyor.

Freud’un bu rüyayı dert edinmesinin sebebi, travmanın doğasını anlamaktı. İnsanlar, kaza geçirip de, bu olaydan fiziksel olarak etkilenmeden kurtulsalar bile, günler, aylar, yıllar sonra kazanın “görünmeyen” yara beresini içlerinde yaşıyorlardı.

Filozof Lacan da, bu rüyayı, yaşanan travmanın acısının, yanan çocuk imgesiyle kendini ifade etmesi, acının “duyulma”, kendini duyurma arzusu olarak yorumlamıştı.

Türkiye’de de, darbeler, çatışmalar, kutuplaşmalar öyle adaletsizlikler, haksızlıklar, travmalar yaşatmış, öyle acılara sebep olmuş ki, geçmişe yönelik okumalarımızda da, özen, titizlik ve itina gerekiyor. Aslında dile getirilmeye çalışılan, farklı biçimlerde hep aynı; “Görmüyor musun yanıyorum...”


Vatikan ve Gladio

Geçen hafta, 30 yıllık bir esrarengiz olayın eski defterleri yeniden açıldı. 1983’te Roma’da 15 yaşındakiEmanuela Orlandi, müzik dersine gitmek için evden çıkıp sırra kadem basmıştı. Kayıp Orlandi’nin, Vatikan’daki bir kilisede gömülü mafya patronunun mezarında gömülü olduğu ihbarı yapılmıştı. Bu kilisedeki mezarlar, şimdi araştırılmaya başlandı.

Orlandi’nin, Mehmet Ali Ağca’nın serbest bırakılması talebiyle kaçırılıp rehin tutulduğu iddialarından, hemen hepsinin odağında Gladio’nun bulunduğu bir sürü başka komplo teorisine, birçok tez var. Bir kez daha gerçek ne, hayal ne? Kesin olan, asıl, bir gün Gladio’nun gayrı resmî patronu NATO’nun arşivleri açılınca, Avrupa ve Türkiye’nin Soğuk Savaş tarihinin de, yeniden yazılacağı.


Başkanlık sistemi mevzuu

Bugünlerdeki başkanlık sistemine geçiş tartışmalarına, herşeyden evvel, “ahlaki” bir eleştiri getirmek istiyorum.

Güç kültürünün, güce tapınma ve gücün kölesi haline gelmenin, güce boyun eğme ve kapılmanın bu kadar yaygın olduğu, hatta bu durumun “ülke siyasetinin başlıca sorunu” diye nitelenebileceği Türkiye’de, başkanlık sistemine geçilmesi çok temelden ve kalıcı tahribatı olacak bir adım.

Hele ki, Kürt sorununun “çözümünün”, başkanlık sistemi ile mümkün olabileceği iddiası, “biz, ülkenin temel insan hakları meselesini demokratik bir çerçeve içinde çözemiyoruz, illa ki, tepeden inme, dayatmacı bir güç lazım” manasına geliyor.

Tabii, dayatmacı hiçbir çözüm de, aslında çözüm değil; sadece sorunun bin bir şekilde yeniden üretilmesinden başka bir anlamı da yok.


oneysezin@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums