Yanlış hayat doğru yaşanmaz

  • 3.05.2012 00:00

 “Yanlış hayat doğru yaşanmaz”; bu sözler, sosyolog ve filozof Theodor Adorno’nun. Adorno’nun, İkinci Dünya Savaşı deneyiminin tanıklığının da büyük etkisiyle oluşturduğu, “düzeni” insafsızca eleştiren bakış açısı, benim için her zaman “vicdanda bir diken”.

Hep “kurtuluş”, “devrim”, “sonsuz mutluluk”, “kendiyle barışma/ huzura erme” gibi nihai hedeflerin hayaliyle yanıp tutuşuyoruz da, asıl özgürlüğün ve belki de, hayatın ta kendisinin, “eleştirmekten”, karşı durmak ve muhaliflikten geçtiğini es geçiyoruz.

Eleştirmek derken, herşeyin kusurunu bulmak, bardağın hep boş tarafını görmekten, asık suratla çatık kaşla atıp tutmaktan bahsetmiyorum. Çoğu zaman da gülerek veya samimi, mertçe bir öfkeyle, hayatı biraz şüpheci, biraz daha farkında olarak, biraz daha samimi ve “gerçek”, biraz şövalye ruhuyla yaşamaktan bahsediyorum.

Kendine ve hayata bakıp, ters gideni görebilmeyi, başkalarının tuhaf karşıladığının ne kadar da yerinde, başkalarının yerinde karşıladığının da ne kadar tuhaf olduğunun farkında olabilmeyi kastediyorum. Mantık ve sisteme biat uğruna, ne kadar mantıksız ve doğamıza, kalbimize, benliğimize aykırı “doğruların” kölesi olduğumuzu yani...

“Hamdım, oldum” dememenin, Marx’ın bence en önemli sözlerinden biri olan, insanın kendi de dâhil “herşeyi acımadan” eleştirmesinin özü bu işte. Ya da, “hayatı damardan yaşamanın” sırrı. Hamken olmuyorsun, pişsen de ham kalıyorsun; ham kalmak, hayatın gerçeği ve bunun bilincinde olmak da, gerçek özgürlük.

“Yanlış hayat”, Aydınlanma Çağı’nın kimi zaman “bilimsel olan dışında herşeye” körleştiren ve Nazizm gibi bir uç örneğin de, “son derece mantıklı ve rasyonelmişçesine” yükselmesine izin veren, doğru bellediği dışında herşeyi dışlayan yönünün bir kaçınılmaz sonucu mu?

Buna verecek bir kesin cevabım yok; ama yaşadığımız hayatlarda temel “yanlışlıklar” olduğu da kesin.

1 Mayıs’ta sokaklar dolup taşarken, bir elimde plastik torbanın içinde bir kitap, diğerinde küçük bir el, sinemadan dışarı çıkıyorum. Film, dünyada tek bir ağacın bile kalmadığı, herşeyin plastikten olduğu bir geleceği tasvir ediyor.

Filmin adı, Lorax; kitabın adı, Karl Marx’ın Hayaleti. Bir zamanlar, Marx’ın “M”sinin içinde geçtiği bir kâğıt parçası bile insanların hayatını karartabiliyordu; şimdiyse, “küçük filozoflar”, yani günümüz çocuklarını “sınıf mücadelesi” konusunda aydınlatmak için, piyasaya sürülen kitapları, alışveriş merkezlerinden alabiliyor, “özgürce” plastik torbalarda taşıyabiliyoruz.

Çocuklara yönelik filmlerin hemen hepsinde, şekerle kaplı bir eğlence girdabından hoşça gelip geçerken, derin “sistem eleştirileri” yapıldığına da şahit oluyoruz.

Mesela, Lorax’ta, hem kapitalizm karşıtı hem de çevre sorunlarına dikkat çeken bir söylem hâkim. Lorax’ın kendisi, pamuk şekerlere benzeyen ağaçlardan oluşan bir ormanın koruyucusu, doğaüstü bir varlık. Genç bir mucidi dost ediniyor ve onun, icadına hammadde olarak bütün ağaçları kestirmesi sonucu, güvendiği dağlara fena halde kar yağıyor. Ormanlar yok olunca, hırstan gözü bir şey görmeyen müteşebbisimiz işsiz kalıyor, yerine, ağaçsızlıktan zehirlenen atmosferde, içlerine temiz bir nefes çekmek isteyenlere “hava” pazarlayan bir yenisi geliyor.

Yakın zamanda vizyona girip çıkan bir peri masalı uyarlamasında, “güçlü genç kadın” kahraman Pamuk Prenses, biraz da safalak Prens’in aheste beste harekete geçmesini beklemeden, hem kendini, hem Prensi, hem de babasını, botoks ve bol estetikli cadıdan kurtarıyordu.

Antartika’nın yerlisi penguenlerin başına, küresel ısınma sonucu örülen çorapların konu edildiği Neşeli Ayaklar dizisi, petrol endüstrisinin “kötüler” rolünde olduğu Arabalar serisi, hatta karelerinde Trotsky ve Lenin posterleri olan Astro Çocuk, günümüz “küresel” çocuklarından sinemaya gidebilecek kadar şanslı olanların tedrisatından geçtiği çizgi filmlerden. Neşeli Ayaklar II’de, “sürünün bir parçası” olmayı reddeden karides türevi krilin başkaldırısı, besin zincirini kırarak avken avcıya dönüşme hayalinin peşinden gidişi de, yeni nesle verilen “ahlaki derslerden”.

Yüzlerce ilkokul çocuğunun, dün okullarda dağıtılan sütü içtikten sonra geçirdiği rahatsızlığın zehirlenme mi yoksa alerji mi olduğunu, en büyük haber kanalları bile sıcağı sıcağına araştırmadı, sadece resmî açıklamalara ve konuyu uzaktan izleyen “uzmanların” görüşlerine yer verdi. Resmî açıklamalarda yer alan, “bazı çocukların zaten hayatın da ilk kez süt içtiği” sözleri bile sorgulanmadı. Model “ülke” de, süte yabancı bir nesil, sütün tadını bilmeyen çocuklar ordusu...

Başka bir haber programın tanıtımında geçen, “Avrupa’nın en büyük polis gücüne sahip Türkiye...” sözleri de sorgulanmayacak. Polisin, haber kuşakları için çektiği ne kadar başarılı tanıtım bültenleri var ve bunlar “haber” olarak hiç de üzerine düşünülmeden yayınlanıyor farkında mısınız?

Yeni nesiller, yeni nesil çizgi filmlerden ne ders çıkaracak bilemeyiz şimdiden ama, şimdi seçmen olan Avrupalı genç nesiller, düzen hoşnutsuzluğunu çok acı biçimlerde dışa vuruyor. 6 mayısta Yunanistan’daki seçimlerde Nazi selamı veren, aşırı sağ Altın Şafak Partisi ilk kez parlamentoda yer alabilir mesela.

Yanlış hayattan doğru seçim çıkması imkânsız mı gerçekten?


oneysezin@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums