- 5.04.2012 00:00
Bosna, Şili, evren...
Dün, 12 Eylül davası başladı.
Yarın ise, Sırp keskin nişancılarının, Saraybosna Holiday Inn oteli önünde bir barış gösterisine katılan iki kadını öldürmesinin, yani Saraybosna Kuşatması’nın başlamasının 20. yıldönümü olacak.
Hiç, “şu an” olarak yaşadığınız zamanın aslında “geçmiş” olduğunu düşündünüz mü?
Şilili yönetmen Patricio Guzmán, Nostalgia de la Luz (Işığa Özlem) belgeselinde, dünyanın en kuru yörelerinden biri olması dolayısıyla yıldızların en iyi gözlendiği yerlerin başını çeken Atacama Çölü’nde, hepsi de “geçmiş zamanın peşinde” birbirleriyle hiç ilgisi olmayan insanların hikâyelerini, zaman ve “evrenle” ilgili düşüncelerini aktarıyor.
Bir yanda, insanlığın bilimsel olarak gelebildiği en ileri düşünce çizgisini temsil eden ve dünyanın en gelişmiş uzay aygıtlarıyla çalışan, “big bang” teorisinin sırlarını ve kâinatın nasıl oluştuğunu araştıran astronomlar.
Öte yanda, binlerce yıl öncesinin tarihini, bir geçiş rotası olan çölde toprağın altında arayan arkeologlar...
Diğer yanda ise, ellerinde plastik plaj kürekleri, onlarca yıldır, askerî cunta döneminde kaybolan yakınlarının cansız bedenlerinden kalanları arayan kadınlar.
1973-1990 yılarına yayılan Pinochet diktatörlüğünde yaşananlar bugün, Wisconsin Üniversitesi Tarih Profesörü Steve J. Stern’in deyimiyle, “siyasi soykırım” (politicide) olarak adlandırılıyor. Bununla kasıt da, “yönetim ve politika konularına yönelik demokratik yaklaşımı olan herkes ve demokrasiye ilişkin herşeyin sistematik biçimde yok edilmesi”.
1973’teki darbenin ilk aylarında, ülkenin bir tarafından öbür tarafına helikopterlerle giden, siyasi mahkûmların toplandığı cezaevlerini, toplama kamplarını ziyaret ederek, aklına estiklerini vuruveren ölüm timleri Caravana de la Muerte (Ölüm Kervanları), 40 bin kadar kişinin başkent Santiago’daki Ulusal Stadyum’da rehin tutulması, 1975’te Güney Amerika darbecilerinin ortaklaşa gerçekleştirdiği ve Arjantin, Bolivya, Brezilya, Uruguay, Paraguay ve Şili’de toplam 60 bin kadar kişinin canını alan Akbaba Operasyonu, aynı Şili’de gerçekleşen ve yüzden fazla kişinin “kaybedildiği” Colombo Operasyonu...
Bunlar, Pinochet’nin darbe rejiminin insani maliyeti ağır bilançosunun sadece bir kısmı. 1991’de, bu rejimin sona ermesinden hemen sonra Devlet Başkanı Patricio Aylwin tarafından, meclis dışı bir yapı olarak kurulan, başkanlığını, darbenin hedefi olan Allende’nin siyasi müttefiklerinden diplomat Raúl Rettig’in yaptığı, hukukçu ve siyasetçilerden oluşan Ulusal Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun raporuna göre Pinochet cuntası altında üç bine yakın kişi öldürüldü, 30 bin kadar kişi işkence gördü.
Nazilerin önde gelen isimlerinden, 2. Dünya Savaşı’nda toplama kamplarında insanlar üzerinde yaptığı deneylerle de tanınan, nam-ı diğer “Ölüm Meleği” Josef Mengele de, Şili’nin siyasi mahkûmlarına “ziyarette” bulunanlar arasındaydı.
Latin Amerika İnsan Hakları ve Akıl Sağlığı Enstitüsü’ne göre, “ekstrem travma” vakalarının sayısı sadece Şili’de, 200 bin kadar.
Bunları okuyunca, belgeseldeki ellerinde plastik çocuk kürekleri, çölde, çocuklarının, kocalarının, kardeşlerinin, eş-dostlarının kemiklerinden kalan parçacıkları arayan kadınlar gözümün önüne geliyor.
28 yıldır sürekli, kuruluğu nedeniyle bir tek canlının yaşayamadığı, bir tek bitkinin bile yeşeremediği Atacama Çölü’nde, oğlunu arayan Violeta Berrios mesela...Oysa, askerî birlikler, kanıtları ortadan kaldırmak için 1990’larda inşaat makineleriyle çöle gelip, toplu mezarları “kepçelemişler”. Mezardan çıkarılan kimliksiz bedenlerin, denize atıldığı söyleniyor. Berrios’a, oğlunun kemiklerinden bazı parçalar, mezardan arta kalanlar olarak sonradan ulaştırılmış. Ancak o, “Benden oğlumu tek parça aldılar, onu tek parça istiyorum” diye arayışına devam ediyor.
Genç astronom Gaspar Galaz, “‘Şu an’, diye bir şey yok. Sadece geçmiş var” diyor. Bilimsel olarak gerçekten de bu böyle; şu an diye adlandırdığımız şey, aslında sadece Galaz’ın dediği gibi kafamızın içinde mevcut, sadece bir algıdan ibaret. Gördüğümüz herşey, ışığın hızla ama gecikerek yansıması nedeniyle aslında geçmişe ait görüntüler. Ay ışığının imgesinin gözlerimize ulaşması, bir saniyeyi biraz aşan bir süre alıyor. Gördüğümüz her huzme güneş ışığı ise, sekiz dakika öncesine ait. Birine gülümsediğimiz, ona dokunmak için elimizi uzattığımızda bile, mesaj beynimizden dudaklarımıza, parmaklarımıza gidine kadar aradan zaman geçiyor.
Düşüncelerimizin oluşması, aklımızdan geçmesi, anlamlandırılması bile jet hızıyla gerçekleşse de, “şu ânı” temsil etmiyor.
Geçmiş, elimizdeki tek zaman aslında.
Guzmán, belgeselinde, askerî cunta mensubu kimseyi göstermiyor, siyasi hikâyeleri hiç aktarmıyor; kayıplar, işkence görenlerin başına gelenler, “tarihî gerçekler”; bunların hiçbiri belgeselde yok.
Bir “evren” hikâyesi bu.
Amerikalı bir astronom belgeselin bir yerinde, insan kemiklerindeki kalsiyumun milyonlarca yıl önce, evren oluşurken meydana geldiğini, hepimizin evrenin sırlarından bir parça taşıdığımızı söylüyor.
Belgeselin imgelerinden biri de, insan kafatası ile Ay yüzeyinin birbirine benzerliği...
Bir astronomun kamera arkasında, çölde kayıpların peşinde bir anneye dediği gibi, “Ay milyonlarca yıl herşeye tanık oldu, ona sor, sormak istediklerini; oğlunun yerini de o biliyor...”
Yarın, geçmiş zamanda sıkılan kurşunlarla, 20 yıl önce Bosna Savaşı başlayacak. Şimdiki zamanda geçmiş, yine yaşanıyor, yaşanacak.
oneysezin@hotmail.com
Yorum Yap