- 30.03.2012 00:00
Bazen çok geçiz, bazen de çok erken... Hayatta zamanı bir türlü tutturamıyoruz çoğu kez veya zaman bizi tutturamıyor.
Bu yazıyı çok geç yazıyorum, çünkü okumasını istediğim kişi, artık bu yazıyı kendi gözleriyle görerek okuyamayacak.
O, Türkiye’deki görme engelli, yaklaşık 412 bin kişiden biri. Başbakanlık Özürlüler İdaresi’nin Türkiye Özürlüler Araştırması 2002 Analiz Raporu’na göre, az görenler dâhil, görme engellilerin sayısı 411.735. Bunlardan 160 bin kadarının tamamen görme engelli olduğu belirtiliyor.
Hayata, dünyaya, “görmeye” kapalı o kadar çok insan var ki, sadece Türkiye değil dünyada, acaba gerçek körlük nedir diye düşünmeden edemiyor insan.
Bu “iç” körlük, biraz mitolojideki Ekho ve Narkisus’un hikâyesi gibi.
Peri kızı Ekho, çok konuşkan ve neşelidir de, konuşma yetisi olarak sadece başkalarının sözlerini yineleyebilmektedir. Bir gün, yakışıklılığı ile ünlü Narkisus’u avlanırken görür ve ona âşık olur. Ekho’nun buram buram yanan aşkı, Narkisus’un peşinde sürekli bir ateşin nefesini hissetmesiyle ortaya çıkar. Ne var ki, Narkisus bu aşkla ilgilenmez; ne de olsa adının (ve aynı zamanda narkoz kelimesinin) geldiği “narke” sözcüğünün çağrıştırdığı üzere, bir uyku, uyuşma ve hissizlik halindedir.
Ekho, aşkından erir gider ve bir yankılanmaya dönüşür; kendisinin olmayan bir sesin yansımasına. Narkisus ise, su içmeye eğildiği derede, kendi yansımasını görüp yansısından büyülenir ve kendine bakakalır. Ekho’nun ölümünün bir nevi yankılanması olarak o da, kendi içinde erir gider ve bir nergis çiçeğine dönüşür.
Hayatta bazımız kendisine kör, bazısı da başkalarına... Bu hikâyeyi, kendi adını taşıyan belgeselde, filozof Jacques Derrida bu şekilde anlatıyor; onun sorusu şöyle: Ekho’nun gözleri Narkisus’tan başkasını görmüyor, Narkisus’un da kendisinden başkasını, bu gör(e)meyen iki insan birbirini nasıl sevebilir?
Konuştukları zaman, Ekho sadece Narkisus’un son kelimelerini tekrarlayabiliyor; Ekho’nun bu özelliği, aslında, tüm “konuşmaların” ortak noktası. “Konuşma kördür” diyor Derrida, “konuştuğunuz zaman görmezsiniz”.
Felsefenin kıymeti de bu; basit şeylerden yola çıkarak, tüm insanlığın, gelmiş geçmişi, bugünü ve geleceği ötesinde, “yolları çatallanan bir bahçede” bazı sonsuz ipuçlarının peşinde gitmek, hem kendini hem dünyayı da bu ipuçlarında bir an için bulur gibi olmak...
Yaşamının son döneminde görme yeteneğini tamamen kaybeden yazar Jose Louis Borges’in bir kitabına atıf “Yolları Çatallanan Bahçe” kavramı.
Borges’in deyişiyle, “Yıllar boyu, insanoğlu bir boşluğu imgelerle, kentlerle, krallıklarla, dağlarla, körfezlerle, gemilerle, adalarla, balıklarla, odalarla, aletlerle, yıldızlarla, atlarla, insanlarla doldurur. Ölümünden az önce, usanmaz çizgi labirentinin kendi yüzünün imgesini oluşturduğunu anlar”.
Gecikerek ve erken gelerek, zamanı bir türlü tutturamayarak, ama hep de tutturduğumuzu sanarak, her an yeniden çatallanan, labirent gibi farklı geleceklere, farklı olasılıklara doğru evrilip duran hayatlar yaşıyoruz. Borges’in deyişiyle, “Zaman sayısız geleceğe doğru hiç durmamacasına çatallanıyor. Bunlardan birinde ben sizin düşmanınızım”. Birinde de dostunuz belki de.
Zamanın farklı bir şekilde çatallandığı ve Türkiye’de cezaevlerinde çocuklarla ilgili şöyle haberlerin manşetlerde olduğu bir yaşamı hayal etsek peki? (Gerçi ben, değil çocukların, kimsenin cezaevlerinde olmadığı, cezaevlerinin olmadığı bir hayat hayal etmek istiyorum.)
Çok değil bundan iki hafta kadar sonra bir proje sona erecek. Sabancı Vakfı’nın desteğiyle Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığı Derneği (TÜRGÖK) Bergama M Tipi Cezaevi’ndeki çocuk tutukluların, görme engelliler için çocuk kitaplarını seslendirdiği bir proje geliştirdi. Proje, cezaevindeki 250 kadar çocuktan 20’sinin diksiyon eğitimi alarak 50 çocuk kitabını seslendirmesini öngörüyordu. 48 kişi gönüllü oldu ve projeye katıldı. Projeye katılanlardan bir çocuk,“Projede yer almak kitap okuma alışkanlığımı tazeledi, kelime hazinemi genişletti ve büyük bir manevi huzura kavuştum. Daha önce sanki hiçbir işe yaramadığımı düşünürdüm, şimdi bu düşüncem tam tersine döndü” diyor.
Sevgili baba, senin de hayatı olduğundan güzel bir görüntüyle hatırladığın umuduyla...
Greenpeace raporu
Greenpeace’ten dünkü haberlerle ilgili çok hızlı bir yanıt geldi.
Greenpeace Akdeniz Tarım Kampanyası Sorumlusu Tarık Nejat Dinç, şöyle diyor: “Greenpeace Akdeniz olarak, bu tartışmanın sayısal değerler üzerine bir tartışmaya dönüşmesinden rahatsızız. Bugün burada asıl tartışmamız gereken mesele halk sağlığını tehdit etmeyen pestisitsiz, GDO’suz bir tarım ve hayvancılık sistemini nasıl kuracağız, çiftçimizi nasıl koruyacağız olmalıydı.”
Greenpeace Akdeniz İletişim Sorumlusu Deniz Sözüdoğru ise şu konulara dikkat çekiyor: “Rapordan çıkan en önemli sonuç: Kimyasal girdilere dayalı endüstriyel tarımın sağlığımızı tehdit ettiği ve kimyasallardan arınmış sebze ve meyveleri en az Almanlar kadar ülkemiz vatandaşlarının da hak ettiğidir. Önemli olan çiftçileri tohum ve kimya şirketlerinin insafına terk etmemektir. Bu rapor asıl olarak endüstriyel tarımın çıkmaza girdiğini ve bize sağlıklı besinler sunamadığını göstermekte. Zaten hem yoğun kimyasal kullanımı, hem de GDO’lar aynı sorunlu tarım politikalarının bir sonucu. Bu raporun amacı üreticiyi suçlamak değil, tüketiciyi bilgilendirmek, ve tarımsal politikaların sonuçlarına dikkat çekmektir.”
oneysezin@hotmail.com
Yorum Yap