Bir intikam aracı olarak yargı (1)

  • 16.02.2012 00:00

 Türkiye’de demokrasinin bir günde yerli yerine oturmayacağı belliydi de, düşününce, yaşananlar aslında yine de gülünç derecede tuhaf... Ortadoğu’nun model ülkesi, Avrupa’yı falan çoktan aşmış, “real politik”in kitabını yazmış bir devlet gibi algılanan Türkiye’nin istihbarat örgütünün başındaki kişi, aniden “aranan” kişi oluyor.

Türkiye’nin, bir nevi bölgesel ABD olarak güçlenmesi, açıkçası beni hiç ilgilendirmiyor. Tersine, Türkiye’nin bölgenin kaderini yönlendiren bir güç haline gelmesinin, siyasette şahinleşme eğilimimin güçlenmesi, barışı daha kendi içinde tanıyamadan savaş müptelası hale gelinmesi, silah endüstrisinin tıpkı “sağlık turizmi” gibi bir gelir kaynağı olarak görülmeye başlanması gibi, ülkeye yarar değil zarar verecek sonuçlarının olacağına inanıyorum.

Ama, Türkiye’nin geleceğini bugün yönlendiren ve kendilerini birleştiren başlıca özellik ortak payda herşeyden önce “inançlı bir milliyetçilik” olan yönetim kadroları açısından, son olaylar acıklı ve bir o kadar da gülünç.

Dünya, biraz karışık bugünlerde ve Türkiye medyasına bakılırsa, zaten dünya genelinde ne olup bitiyor kamuoyunun fazla bilgisi olamıyordu; üzerine Milli İstihbarat Teşkilatı’nın yöneticisi Hakan Fidan da, resmen “kaçak” olarak yaşayınca, devletin de “istihbaratsız” yaşayabileceğini görmüş olduk. Demek ki, devletin haber alma kaynağı olan MİT’e de gerek yok; gerek devlet gerekse de millet olarak bölünmez bir bütün halinde, böyle içe kapalı, dünyadan kopuk bir adacık gibi yaşabiliriz.

Avrupa’da aşırı sağ almış başını gidiyor, paramiliter gruplar halinde örgütlenip, hedef bellediği göçmenler, Romanlar ve Müslümanlar gibi gruplara zarar veriyor. Kapı komşusu Suriye keşmekeş içinde; Kafkaslar’da, Dağıstan, İnguşetya gibi yerlerde ciddi çatışmalar yaşanıyor. Türkiye’nin kendi topraklarında, Kürt sorunu için her zaman krizli bir ay olagelmiş mart yaklaşıyor.

Geçtiğimiz günlerde, Ergun Özbudun’un, Çağdaş Türk Politikası: Demokratik Pekişmenin Önündeki Engeller kitabını okurken, Guillermo O’Donnell’dan yaptığı şu alıntı dikkatimi çekti. Özbudun’un bu çalışmasında, Türkiye’nin dünü kadar bugününe ilişkin de bir çok anahtar gizli; ama, bir de, Türkiye’ye uzaktan, başka bir sahanın araştırmacısı olan bir akademisyenin yorumuyla bakalım.

Güney Amerika üzerine birçok araştırması olan O’Donnell, geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz bir hukukçu/siyaset bilimci. O’Donnell, demokratikleşmenin iki merhale sonucu gerçekleştiğine dikkat çekiyor.

İlk safhada, otoriter yönetimden “demokratik hükümete” geçiliyor. İkinci olarak, “siyah-beyaz” diye kolayca ayrılan tarafların ötesinde, bir sürü ara tonun devreye girdiği, “demokratik” olan demokrasiyle imtihanının başladığı daha zorlayıcı bir safha olan dönem başlıyor; demokrasinin pekişmesi süreci yani.

Bilinmezlikler, karmaşalar, karışıklıklarla dolu bu dönemde, “otoriter bir geri kayışın” yaşanması da son derece muhtemel.

Türkiye’de de, bu ikinci safhayı yaşıyoruz ve “sivil vesayet”, “sivil faşizm” gibi kavramları sığ bir muhalif söylemle bol keseden kullanırken, sürecin doğasının ne denli karmaşık olduğunu unutuyoruz.

Bu son yaşananlar, bize iktidar partisini ve Türkiye’yi yöneten güçleri ne kadar az tanıdığımızı, yani demokrasinin temel şartlarından biri olan “şeffaflıktan” ne denli yoksun olduğumuzu gösterdi.

Adalet ve Kalkınma Partisi, yola çıktığı günden beri çok parçalı bir bütün. Bugün de, bu farklı parçalar arasında farklı görüşler birbiriyle yarışıyor; hatta aynı kanaat, aynı “cemaatin” içinde bile onlarca değişik yaklaşım var.

Böyle olması doğal elbette, fakat bu görüş ayrılıkları, güç yarışmaları dramatik bir kırılma ile ortaya çıkınca, safların hemen sıklaştırılıp, dışarıya yekpare görüntülerin verilmesi kaygısı, sonuçta, şeffaflığı, dolayısıyla demokrasinin pekişebilmesini engelliyor.

Kaldı ki, KCK operasyonları, Kürt sorununun “çözümü” olarak, vebali bütün Türkiye’ye mal olacak, bir nevi siyasi kumar. Son olaylar, Barış ve Demokrasi Partisi’nin verdiği rakamlara göre, 2009’dan bugüne değin yaklaşık 4.500 kişinin tutuklanmasına yol açan bu operasyonların, kim tarafından, neden yapıldığını da iyice şaibeli bir hale getirdi.

Ne var ki, Türkiye’nin vatandaşları olarak, uygulanan politikalarda söz sahibi olamıyoruz da, kaderimiz bu politikalarla şekilleniyor.

Yargı’nın bir intikam mekanizması haline gelmesi üzerine, yarın daha da geniş olarak, İspanya’dan bir örnekten hareketle eğileceğim.

Türkiye’de Hrant Dink davası, şimdilik, adalet bakımından hüsranla sonuçlanırken, İspanya’da da, insan hakları davaları üzerine odaklanan savcı/hakim Baltasar Garzón’un yargılandığı bir dava başlıyordu. Bu dava sonuçlandı ve Garzón’un meslek hayatı bitirildi.

İronik biçimde Hrant Dink Vakfı ödülünün de sahibi Garzón, Türkiye’de en çok Şili’nin eski diktatörüAugusto Pinochet’nin peşine düşerek, yıllarca onu siyaseten destekleyen Britanya’nın başkenti Londra’da yakalanmasına ön ayak olmasıyla tanınıyor.

Oysa, Garzón’un, Bask Ülkesi’nin ayrılıkçı örgütü ETA’dan, İspanya’nın merkez sağ partisi Partido Popular’ın yolsuzluk dosyalarına, neredeyse 40 yıl iktidarda kalan Franco rejiminin ölüm mangalarının davalarına kadar deşmediği “kirli” konu, basmadığı ayak kalmadı. Bedeli de, mesleği oldu.


oneysezin@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums