- 29.06.2016 00:00
Elbette ki, hayır. Türkiye, popülist bir partinin egemenliği altında. Popülist siyaset anlayışının da temel öğesi de, “bizler” ve “onlar” ayrımına dayalı söylem. “Bizler”, popülist söyleme göre, “halkı” temsil ediyor. “Onlar” ise, “düşmanlar”. Aslında, var olmayan bir düşman kitlesinden bahsediyoruz. “Dış mihraklar”, ülke içindeki “iç düşmanlar”, bu düşmanların giriştikleri komplolar, popülist hareketin, bir “halk” tahayyülü yaratabilmek için gerek duyduğu kurgulardan başka bir şey değil. Bu kurguların, gerçekle en ufak bir ilintisi olması dahi gerekmiyor. “Almanya’nın Üçüncü Havalimanı ve Üçüncü Köprü’yü kıskandığı için Gezi olaylarını gerçekleştirmesi”, gerçeklerle en ufak bir ilintisi olmayan komplo teorilerine örnek.
Veya bir “gerçeğin” alınıp popülist hareketin işine yarayacak şekilde iyice çarpıtılıp, yine var olmayan bir komplo algısı yaratılması da mümkün. Bu tarz, “gerçek çarpıtmalarına”, Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri konusu ideal bir örnek. İsrail ile olan sürtüşme ve sonrasında bugün de uzlaşma, tamamen Türkiye’deki liderliğin kişisel ihtiyaçlarına göre şekillenmiş bir süreç. Ne zaman ki, İsrail’e karşı husumetin son kullanma tarihi doldu; o zaman da kocaman bir “U” dönüşü yapıldı.
Gezi olayları ve 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları, Türkiye’nin yakın siyasi tarihinde, kamuoyu algısında değişime yol açan iki keskin viraj oldu. O dönemlerde, “İsrail’in Gazze’ye zulmü-İsrail’in ahlaksızlığı” ve “Mısır’da Müslüman Kardeşler’e Sisi darbesi-Rabia mezalimi” konuları iyi satıyordu. Bu konular, siyasette araçsallaştırılarak, Türkiye içinde Gezi’de protestoculara yapılan mezalim veya yolsuzlukların yarattığı ahlaksızlık sarmalı maskelenebiliyordu. Dış dünyada mazlumun yanında yer alan, ülke içerisinde hiç zulüm/ahlaksızlığa neden olabilir miydi?
Her “Rabia”, “her Gazze’deki Müslüman Filistinli kardeşlerimiz” nidası yankılandığında seçim meydanlarında, seçmenlerin kendi gözleri önünde cereyan eden gerçekleri görebilme kapasiteleri düştü. Bu anlamda, Mısır ve İsrail politikaları, seçmen tabanlarının gözlerine çekilen mil görevi gördüler.
Tıpkı, Rusya ile uçak düşürme krizinde olduğu gibi, İsrail-Mısır gibi ülkelerle yaşanan siyasi krizlerin vebalini yüklenen kim oldu peki? Tabii ki, sıradan vatandaşlar. Bu ülkelerde, yıllarca çalışa didine bir iş kuranlar, ticaret yapanlar, akrabalık-aile bağları dolayısıyla ilişkisi olanlar eziyet çekti sadece.
Ankara’nın sırtında, çizilen dış ilişkiler rotası ve yapılan dış politika hataları dolayısıyla bir yumurta küfesi var mı? Yok. İç politikaya, seçmen tabanına ak veya kara politika pazarlanabiliyorsa mesele de yok.
Medya üzerinde neredeyse yekpare bir egemenlik de var mı? Var. O zaman, zaten Rusya, Türkiye’nin ayağının altını öpmüş de olabilir. O zaman, zaten Gazze’deki mazlum Filistinliler, Ankara sayesinde tüm ablukanın kaldırılması vesilesiyle refah ve barışa da kavuşmuş olabilirler. O zaman, zaten Türk’ün gücünü, İsrail ve Rusya üzerinden tüm dünyaya göstermiş de olabiliriz. Olmayan Filistin devletini Türkiye kurmuş olabilir. İsrail, Müslümanlığı seçmiş olabilir. Rusya, İslamiyet’in temsilcisi Ankara önünde secde etmiş olabilir.
Nasılsa, bol keseden atacak kontrol altında bir medya ve kendi ikbalinden başka hiçbir ideolojik-ilkesel bağı olmayan bir popülist hâkimiyet var.
Şimdiki önemli soru, yeni “dış düşmanın” kim olacağı.
Yorum Yap