- 8.02.2016 00:00
Can Dündar-Erdem Gül davasının görüldüğü 6 Mayıs günü, sabahından itibaren aklımda dolanıp duran şuydu; "Bu duruşmadan, adım gibi eminim ki, hapis hükmü çıkacak".
3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü için geldiğim Brüksel'deki konuşmalarımda, hep aynı şeyi vurguladım; "Türkiye, dünyadaki basın özgürlüğü sorunları yaşayan ülkelerle karşılaştırıldığında, hep, 'en azından Türkiye'de gazeteci cinayetleri yaşanmıyor' deniyor-ama ben, bu durumun böyle kalacağına çok emin değilim. Gazeteci ve siyasetçilere yönelik saldırılar, cinayetler kapıda olabilir. Öyle gri, puslu bir dönemdeyiz".
Brüksel'e gitmeden önce ise, 1 Mayıs civarı, çevremle şu öngörüyü paylaşmıştım; "Türkiye'de yakın dönemde üç şey olabilir; yüzde 45 ihtimalle sivil bir 'darbe', yüzde 45 ihtimalle askeri kaynaklı bir 'darbe', yüzde 10 ihtimalle ise merkez sağın hareketlenerek siyasetin içinde olduğu felç halinin önüne geçmesi, politikayı hayata geri döndürmesi".
"Sivil müdahale" kısmı, galiba, Davutoğlu'nun "başbakanlık ve AKP genel başkanlığından azli" ile gerçekleşti. Gerçekleşmeye de devam edecek gibi gözüküyor.
Ben, hala bildiğimiz, klasik manada bir "askeri müdahalenin", Türkiye'de gerçekleşebileceğini düşünmüyorum. Ve tabii, muhakkak ki, askeri dünya içinde, aktif görevde veya emekli olanlar arasında, birbirinden çok farklı dünya tahayyülleri içinde kimseler var.
Bu dönemde, "başkanlık projesi" ile Batı İttifakı ile olan gelecek krize giriyor. Batı İttifakı çerçevesinde kalmak isteyen bürokrasi, başkanlık projesine direnç gösterebilir. Zira, başkanlık projesinin konsolidasyon döneminde, özerk kalan tüm bürokrasi de tasfiye edilecek, dizayn edilip yeniden şekillendirilecek. Bu açıdan, devletin bildiğimiz hali ile ölümü gerçekleşiyor şu an ve devleti diriltmeye çalışacak bir post-modern değil ama "post-mortem" (ölüm sonrası) müdahalesi olabilir.
Sağda hareketlenmeye ise, yüzde 10'luk bir ihtimal veriyorum.
Türkiye'de şu an, sağ siyaset, tamamen AKP'nin egemenliği altında. Tüm sağ seçmenin de bundan çok memnun olduğu söylenemez. Adı konmamış bir "başkanlık" ve "AKP hegemonyası" krizi yaşayan sağ kanatta, öyle bir buhran var ki; Abdullah Gül'den Meral Akşener'e, kim lider olarak çıksa, yüzde 30'a kadar bir seçmen desteğini çok rahat kazanabilir.
Bu tarz bir sağ hareketlenme, belki Türkiye'yi demokratikleşme yoluna geri sokmaz ama "eski beter haline" bir dönüş imkanı sağlar. Yani, 1990'ların sonu, 2000'lerin başı karesine geri dönebilir Türkiye. Bu durum, ülkenin "demokratik bağışıklık sisteminin" devreye girmesine, siyasetin yeniden işlemeye başlamasına neden olabilir.
Sağdaki açılımla beraber, sol kanat da, demokrasi ve insan hakları, eşitlik gibi vurguları güçlü biçimde dile getirirse, "soldan gelen bir ahlaki ağırlık" iklimi, Türkiye'yi etkisi altına alabilir.
Ne yazık ki, ben, bu senaryoya, yüzde 10 şans tanıyorum; başkanlık projesi, çok güçlü geliyor ve Türkiye'de siyaset bu kadar zafiyet göstermeseydi, zaten bugünlere gelinmezdi.
Gene de, belki de, her kanattan siyasetçilerin artık kendi nesillerinin tükeniş noktasına geldiğini görmeleri ile, gerçekten her şeyi göze alıp bir "kurtuluş savaşı"na girmeleri söz konusu olur.
Tabii, başkanlık projesinin bugün önünü açar gözüken, devletin eski elitlerinden bir kısmı meselesi var bir de. Onlar da, belli ki, "başkanlık projesi tramvayından" inecekleri durağı kolluyorlar. Son kertede, başkanlık projesini savunanların yolcu, kendilerinin de "devletin hancısı" olduğuna inanıyorlar.
Bir yanda, İslam'ın ideolojik çimentosu olduğu ve Erdoğan'ın karizmatik liderliği ile kendi "kurtuluş savaşını" veren bir kanat, bir yanda devletin içinde yer almış ve yer alan farklı kanatların kendi içinde de çatışması muhtemel "kurtuluş savaşları"...Toz duman...
"Gerçek siyasete" yüzde 10 şansı verebildiğim bu ortamda, insan hayatı ne yazık ki çok ucuz; her an herkese her şey olabilir.
Can Dündar'a karşı gerçekleşen saldırı ve daha niceleri, siyasetçiler, gazeteciler, akademisyenler, insan hakları savunucuları için kapıda kanımca.
Öyle ki, çok farklı "puslu" kişilik ve örgütler için "av sezonu" açılmış gibi adeta.
Genç veya çocuk yaşta insanların eline silah verip veya beline bomba sarıp, "Git, şunun icabına bak-vatan/İslam/ülkümüz/halkımız için" diye biraz beyin yıkayıp, onları ölüm mangası olarak kullanabilecek çok taraf var.
Ve Tahir Elçi cinayetinin bilirkişi raporunun "gereğini düşündüğü" üzere, "faili bilinemez" kalır böyle cinayetler bu karanlık ortamda.
Son kertede, devlet yapısı sıfırlanıyor, formatlanıyor ve bu "güvenlik" gerçekten kimin elinde, kontrolünde ben emin değilim.
Her şeye rağmen, bu karanlığın gecikmeden kalkabileceğini de ümit etmek istiyorum.
SEZİN ÖNEY / HABERDAR
Yorum Yap