- 18.02.2016 00:00
Suriye Savaşı ile ilgili askerî, siyasi olarak rasyonel analizler yapmaya çalışıyoruz hep. Ama, bir de işin, “mantık ötesi”; daha doğrusu başka bir “mantığın” devreye girdiği boyutu var.
Olaya askerî, siyasi pencereden bakarsak, bugünlerde gerim gerim gerilen, Rusya ve Türkiye’nin odağında olduğu bir gerilim hattı gündemde. Suudi Arabistan da, İncirlik Hava Üssü’ne asker ve uçak yollayarak, gerilimin Türkiye tarafında oyuna giriyor. ABD, bir yandan (bir zamanların) stratejik ortağı Türkiye’yi idare etmeye çalışıyor. Bir yandan da, şu an fiilen yürüttüğü gerçek stratejik ortaklıktaki partneri, siyaseten PYD- askeri olarak YPG tarafından ağırlıklı olarak temsil edilen Suriye Kürtleri’ni idare çabasında… Washington, bir yandan da, normalde stratejik olarak zıt/ düşman kamplara düştüğü, ancak IŞİD ile mücadele açısından stratejik çıkarlarının örtüştüğü Rusya’yı idare etmek zorunda. Bu denkleme, ABD’nin idareye mecbur olduğu, geleneksel ortağı Suudi Arabistan’ı da koyalım.
Türkiye’de iktidar, son yıllarda, bir kumarbazmışçasına harisçe yatırım yaptığı Suriye politikasında, illa kazanma derdinde. Bir yandan da, iç politika denklemleri var. Çeşitli kesimler de, kimi “Kürt alerjisi”, kimi “devletin bekası”, kimi de sadece güç derdiyle, iktidar ile zımni ortaklık içinde.
Bu nedenle de Türkiye’de sesi çok baskın çıkan bir devlet koalisyonu, “Süleyman Şah Türbesi’nin taşınması vakası” döneminde ve “Peşmerge koridoru” açılırken işbirliği yapılmış YPG’yi, şimdi tam saha pres düşmanlaştırıyor; dünya genelinde de, PYD ve YPG’nin imajını şeytanlaştırmaya çalışıyor. “İhanete uğramış mağdur kişilik” söylemleriyle, “Ya ben, ya o” gibi hezeyanları, ABD’ye iletiyor. ABD’den ise, YPG’den vazgeçmeyeceklerine dair sinyaller geliyor. Havuz problemine dönen, bu tuhaf denklemlerde, Türkiye ne yapmaya çalışıyor; Ankara’da normalde asla yan yana düşmeyecek koalisyonları, taktiksel ortaklaşmaları oluşturanların niyeti, hedefi ne? Başbakan Davutoğlu’nun “Milli İktidar, Milli Muhalefet” söylemiyle, zaten giderek tek tipleşen siyaseti daha da tek seslileştirme çabası, iktidarın kendini iyice sağlama alma hedefi dışında neden kaynaklanıyor? Objektif analiz yapmaya çalışanlar olarak, devamlı bir mantık arıyoruz.
Suriye’de son oyun dönüyor; en azından, müdahil taraflar bu kanaatte.
Tüm bu savaşın içinde tüm tarafların bir numaralı düşman addetmekte ortaklaştığı IŞİD’in adı ise hiç geçmiyor. Bu karmaşa arasında, IŞİD’e karşı savaş, aslında fena hâlde tekliyor. Türkiye, YPG’yi şeytanlaştırır, PKK ve YPG’yi “Rusya’nın lejyonerleri” diye etiketlerken, kendi içindeki IŞİD tehdidini hiç mi hiç umursamıyor. Bu sonbahar, Pew Research verilerinin, Türkiye içinde IŞİD’e sempati ile bakanların oranının, yüzde 8’i bulduğunu ortaya koyduğunu unutmayalım. Bunun milyonlara denk geldiğini de…
Bugünkü savaşın sıkıştığı coğrafi üçgene, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de ateşe tuttuğu, Azez çevresine bakınca, ilginç metaforlarla yüklü bir toprak parçası karşımıza çıkıyor. İsimlerini bugünlerde sıkça duyduğumuz, Azez ve Tel Rıfat’tan gözleri, bu noktalara çok yakın duran Dabık’a çevirelim.
Dabık, İslami olduğu kadar Yahudiler ve Evanjelist Hıristiyanların inançlarında yeri olan bir sembolik merkez.
Bahsi geçen dinî çizgilerde, Armageddon veya Melhame–i Kübra (Büyük Kıyım) olarak adlandırılan, “Kıyamet Savaşı”nın burada yaşanacağına inanılıyor.
Dabık ve Antakya’nın bugün Suriye sınırına doğru uzanan parçası Amik Ovası; bu mekânlar, “Üçüncü Dünya Savaşı” diye de yorumlanmış, teolojik dille “Kıyamet”i koparacak savaşın patlayacağı yerler olarak gösterilmişler.
IŞİD’in yayın organının adı da, bu atıflarla Dabık.
Dabık’ın sadece dinî olarak değil, tarihsel olarak da, 717 ve 1516’da büyük savaşların dönüm noktası olan yer olduğunu hatırlayalım.
Bu savaşlardan ikincisi, 1516’da Yavuz Sultan Selim ile Memluklar arasında yaşanan ve “Mercidabık” deyince hatırlara gelecek olan muharebe. İlki ise, 717’de ise, Halife olan Süleyman’ın, Emevi donanmasıyla, karadan da kardeşi Mesleme bin Abdülmelik’in komuta ettiği orduyu, Konstantinopolis’i kuşatıp fethetmek üzere gönderdiği savaş. Arap Ordusu, kuşatmaya, Dabık üzerinden yönelmişti. Gerçi bu kuşatma hüsranla sonuçlandı, Halife Süleyman bin Abdülmelik’in kendisi de, aynı sene Dabık’ta öldü. Ama yoğun bir tarihî sembolizmi de oldu Dabık ve çevresinin.
Sünni İslami teolojide, Dabık ve Amik Ovası’ndaki savaşta, “Mehdi”nin, Müslüman ordusuna komuta edeceği öngörüleri var.
Bugünün liderleri, acaba teolojik öngörülerin “mantığı” etkisinin ne kadar altında; iç dünyalarında, psikolojilerinde bu dinî inançlar, tarihsel çağrışımlar ne kadar etkili?
oneysezin@hotmail.com
Yorum Yap