- 9.09.2011 00:00
Türkiye, hem Doğu-Batı hattında siyasi ve kültürel manada kartların yeniden dağıtılmasında “doğal” olarak ön plana çıkması, hem de kendisinin bu değişim sürecinde “öncü” rol üstlenmeye niyet etmesi nedenleriyle gelecek on yıllarda kendisini ve bölgesinin kaderini yazacak gelişmelerin odağında diyorduk.
Bir nevi, “bölgesel Amerika” olarak “süper güçlüğe” ilerliyor, bölgesel çapta küresel bir güç odağı olarak serpilip ilerlemeyi kendi de istiyor.
Ancak, demokrasi bakımından kendi içişlerini düzlüğe çıkaramamış bir ülke, ne kadar güçlenebilir?
ABD benzetmesinden gidersek, Amerika kendi içinde “kusursuz bir demokrasi” mi, orada hiç mi ayrımcılık yaşanmıyor?
Başkalarının kusurlarını büyüteç altına almanın kendilerimizinkini örtmeye yetmeyeceğini bir yerde öğrenmek gerek. Bunun yerine, ABD’yi başta “süper güç” yapanın ne olduğuna bir bakmak lazım. ABD’nin kendi hatalarına bakıp da, eksik ama en azından var olan bir özeleştiri yapmasına neden olan devlet içi bir denetim mekanizması var.
Bir de, devlet dışı bir “denetleme mekanizması” var ki, Türkiye’de hemen hiç yok; araştırmacı gazetecilik...
Geçenlerde bir haber semalarımızdan yıldız gibi kayıp geçti.
Amerika merkezli haber ajansı Associated Press’e göre, Türkiye dünyada en çok “terör mahkûmunun” bulunduğu ülke. AP, 11 Eylül’ün yıldönümü yaklaşırken, 66 ülkeyi, yani dünya nüfusunun yüzde 70’ini kapsayan ölçekte bir araştırma yapmış ve “terörle mücadele yasaları kapsamında” hangi ülkede kaç kişinin hüküm giydiğini araştırmış.
AP’nin araştırma yöntemi de öyle büyük yatırımlar gerektirecek bir türden de değil; birçok ülkedeki mevcut bilgi edinme yasaları kullanılarak nerede ne kadar “terör mahkûmu” olduğu bilgisi edinilmiş.
AP’nin haberine göre;
“11 Eylül’den bu yana, 119 bin 44 kişi tutuklandı, 35 bin 117 kişi de terörist olarak hüküm giydi. Türkiye ise 12 bin 897 hükümlü sayısı ile ilk sırada. Yedi bin kişi ile ikinci olan Çin(...) Türkiye’de 2006 yılında terör yasasında yapılan değişikliklerin ardından 2005’te 273 olan mahkûmiyet sayısı 2009’da 6 bin 345’e çıktı.”
Tek bir haber üzerinden bütün bir Türkiye analizi yapmak mümkün...
Acaba Kürt sorunu diye bir şey neden var, neden PKK “silah bırakmıyor”, neden BDP sivilleşemiyor?
Gerçekten çok derin sosyolojik, politik analizlere gerek var mı?
AP, bu haberi küresel çapta yapmış...Madem en azından “bölgesel ölçekte küresel” olacak Türkiye, neden böyle “sarsıcı” haberler yapan “yerel dev” medya ajanslarımız yok?
Şimdi, Anadolu Ajansı gibi, tüm iktidarlara rağmen bir mucize kuruluşun hakkını yemek istemiyorum.
Gerek çalışanlarına verdiği haklar, gerekse de haber kalitesi açısından...
Türkiye’nin son dönemde örnek aldığını zannettiği İspanya’da, ayrılıkçı silahlı örgüt ETA, Bask sorunu ve terörle mücadele yasası kapsamındaki mahkûmiyetlerin durumu ne peki?
Evet, İspanya’da 11 Eylül fırsat bilinerek tıpkı Türkiye’deki gibi terörle mücadele yasası ağırlaştırıldı ama kanunlar, yargı yoluyla “orantısız güç kullanımına” alet edilmedi.
İspanya’da, 11 Eylül’den bu yana yılda ortalama 140 kişi terör suçlarından mahkûm oldu.
Gazeteciler olarak iktidara akıl vermeye çalışan, “filozof krallar ve kraliçeler” olmaya çalışmak yerine, sadece işimizi yapsak, bugün hâlâ Türkiye kendi içinde bir savaşta olmazdı.
Şimdi İsrail ile olan “one, two, three... minute” şeklinde uzayıp giden, aslında iki tarafın da farklı sebeplerle güzel bir iç politika malzemesi yapabildiği krizler silsilesine de, biraz çuvaldızı toplum olarak kendimize batırarak yaklaşmamız lazım.
İsrail, kurulduğundan beri sürekli savaşıyor.
1950’lilerin başında, ABD’de Stanford Üniversitesi’nde mühendislik okuyan babamın, arkadaşlarından birinin bir gün bavulunu toparlayıp İsrail’e gittiğine dair bir anısı var.
Henüz 20’lerinin başındaki genç Yahudi, “Ülkemin bana ihtiyacı var” diye savaşmaya gitmiş.
Aradan 60 yıl geçti, İsrail hâlâ savaşıyor.
İsrail’in hep ölmeye hazır gençlere ihtiyacı var.
Üstelik de, savaş psikolojisi ister istemez, “teyakkuzda”, gerekirse cephenin ateşine gözünü kırpmadan atlayabilmesi için “öfkeli” yeni nesillere ihtiyaç duyuyor.
Geçen yıl, bir grup genç İsrailli öğretmen, Eğitim Bakanı Gideon Saar’a bir mektup yazarak, “sınıflarda kol gezen ve küçücük çocuklar da bile gözlenen ırkçılığa karşı” tedbirler almasını istedi.
Mektupta, “Okullardaki ırkçı ifadelere karşı sessiz kalamayız; hedefi Araplar, Etiyopya ve Rusya’dan göçmenler, eşcinseller ve göçmen işçiler olan her türlü ırkçılığa karşıyız” benzeri ifadeler kullanılmaktaydı... Araştırmalar ve kamuoyu anketleri de, bizim günlük hayatta tanık olduğumuzu doğruluyor; ırkçılık ve merhametsizlik gençler ve çocuklar arasında yaygınlaşıyor.
Babam, güzelim San Francisco şehrindeki rahat hayatını, parlak kariyerini gözünü kırpmadan savaşmak uğruna terk eden arkadaşı gibi, henüz çocuk sayılabilecek yaşlarında da, Yahudi arkadaşlarının başka anılarına tanık olmuştu. Babaları Aşkale’ye taş kırmaya yollandığı, bu sebeple de Robert Kolej gibi bir okulun parasını ödeyemeyecekleri için okulu terk edenler gibi...
Savaşmak, sadece düşmanını değil, kendini de yok etmek, tüketmek demek.
oneysezin@hotmail.com
Yorum Yap