Dünyanın hükümdarı (1)

  • 1.09.2011 00:00

Türkiye politikası, geçen yılda üç aşağı beş yukarı aynıydı; tüm “sarsıcı” gelişmelere karşın, gelecek yıl da üç aşağı beş yukarı aynı olacak.

Özet geçersek, zaten olması gereken şeylerin olduğunu görünce çok bir heyecanlanıp “bayram” sevinci yaşayacağız. Mesela, askerlerle sivillerin Milli Güvenlik Kurulu’nda “karışık” oturması gibi... Ya da, Abdullah Gül’ün, “başkomutan” olarak, Genelkurmay Karargâhı’nda “çifte bayram” tebriklerini “kabulü” gibi... İyi de, zaten böyle olması gerekmiyor muydu? Belki de sorulması gereken soru, neden siviller olarak koca bir Cumhuriyet tarihinde bunu beceremediğimiz değil mi?

“Baskıdan ötürü başkaldıramama” hiç de iyi bir bahane değil; taassup kültürünün, Türkiye’nin hangi genetik kodlarına, her alanda, milliyetçilikten muhafazakârlığa sindiğini ve farklı biçimlerde sürdüğünü düşünmek gerek bunun yerine belki de...

Bugün, gün batışıyla beraber, gelip geçen bir bayramın ardından elde kalan lokumlar, çikolatalar, şekerler, tepsi tepsi tatlılar, misafir baskınları ve bayramlaşma ziyaretlerinin aşırı kahve-çay mesaisiyle, bolca formalite biraz neşe bakakalıyoruz.

Türkiye, tabandan gelen dönüşüm talebiyle, bir ruhani arayış içinde.

Bayram seyranlarını da yeniden keşfediyor, geleneklerini hatırlıyor, yeniden icat ediyor.

Gelenekler, bayramlar, kutlamalar, biraz da toplumun ruh dünyasının yansıması demek.

Kültürel olarak bakıldığında, Japonya dünyanın en içe kapalı, katı, eğilip bükülmesi zor toplumlarından biri. Ancak, bazı kutlamaları ve bayramlarına bakıldığında, Japonya’nın çılgınlığının üzerine yok.

Belki de, “ağır ol da molla desinler” düşüncesinin bütün sene hâkim olduğu bir ortamda, arada “çıldırmadan” da hayat geçmiyor; Japonya’da birkaç yerde kutlanan “çıplak erkek” festivalinde olduğu gibi.

Yaklaşık 10 bin erkeğin, epey “sivil” kıyafetlere bürünmüş biçimde, deliler gibi suşi yiyip, pirinç rakısıyla sarhoş vaziyette, “festivalin kralı” seçilmiş bir başka adamın peşinden koşup, ona dokunmaya çalıştığını düşünün... Hayli tuhaf bu tablonun da kendince bir mantığı var aslında...

Festival kralının, “kutsal ve gizemli güçler” taşıdığına ve ona dokunabilenin, tüm kötü şansını, günahlarını, dertlerini üzerinden attığına, arındığına inanılıyor.

Bunun dışında da, Japonya’nın alsında son derece maço kültüründe, sürekli bir ciddiyet içinde olması gereken erkekler, bir günlüğüne, tüm sorumluluk ve toplumsal yüklerinden gene “erkekçe” arınmış oluyor.

Metrelerce uzunlukta bambu çubuklarla göğe gönüllerinin dileklerini yazmaları, birbirleriyle itişip dövüşerek stres atmaları aslında herhalde, bir nevi çıldırış hali...

Britanya’daki “Centilmenler Kulüpleri” de, benzer sebeplerle, erkekler için içerikte benzer, şeklen farklı bir kaçış hali için kurulmuş mekânlar.

18. yüzyılda popülerleşen bu “kahveler”, ülkenin siyasi dönüşümünde de önemli rol oynamışlardı. Bugün Türkiye’de, “seçkinler düzeninin” sona erdiğinden bahsediyorsak, ilginç biçimde, 19. yüzyıl Britanyası’nda da benzer bir durum yaşanıyordu.

Gücün aristokrasiden halka geçmesindeki dönüm noktalarından 1832 Reform Kanunu ile beraber, “Brooks’s” gibi kulüplerin pabucu dama atılmış ve “Reform Kulübü” gibi “halka daha yakın görülen” mekânlar ilgi odağı olmuş, liberal siyasi akımın gelişmesine de katkıda bulunmuşlardı.

Türkiye, belki askerî hükümdarlıklara son veriyor ama bir yandan, bayram zamanı kendi içindeki ayrımlarla hiç de “kardeşçe” olmayan yöntemlerle boğuşuyor.

Oysa, bayramlar, genelde “birleşmek” üzerine...

Hindistan’ın güneyindeki Kerala eyaletinde, Türkiye’de “düşmanların İzmir’den denize dökülüşü” kutlanırken, dünyanın en “büyük” bayramlarından biri yaşanıyor olacak. 9 Eylül’de, 10 günlük Onam Festivali başlayacak.

Onam’ın temelinde, her dinden her sınıftan yaklaşık 32 milyon insan aynı anda, muz yaprakları üzerinde sunulan 11 çeşitten oluşan bir “şölenle” aynı “yemeğe”, aynı “sofraya” oturması fikri yatıyor.

Hindistan gibi, bir milyarı aşkın nüfusu, 1961’in istatistiklerine göre 1600’ü aşkın anadili olan bir yerde, böylesi bir “ortaklık” yaratmak ne kadar da zor, ne kadar da hayati...

Neden diğer hiçbir canlı, yemek, kutlamak, kutlarken yemeği paylaşmak gibi konuları insanlar kadar dert edinmemiş?

Bugün, insan türü olarak, dünyanın, okyanusların en dip derinlikleri de dâhil olmak üzere, yüzde 83’ünü etkiliyoruz.

Bizi, dünyadaki diğer varlıkların “hükümdarı” kılan farklılık ne?

Savaş makineleri yaratıp, düşman bellediğimiz birilerini öldürmek gibi acımasızlık örnekleri dışında, açıklaması güç, tuhaf özelliklerimiz de herhalde...

Mesela neden, diğer tüm canlılarda göz göze gelmek, tehdit algısı yaratırken, insanlar için gözünün içine bakabilmek bir samimiyet göstergesi?

Ateş etrafında toplanarak birbirine düşman olmadığını göstermek ve dayanışarak ortaklıklar kurarak doğanın gücüne hükmedebileceği düşüncesinden hareketle, beraberce yemek yiyen, yüz yüze durup göz göze bakan ilk insanlardan bugüne, korkunç ve muazzam “gücümüzün” hikâyesi, biraz da geleneklerde, bayramların öykülerinin satır aralarında gizli...

oneysezin@hotmail.com

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums