- 18.08.2011 00:00
Uzaklarda bir yerde, bir kütüphanenin ıssız koridorlarında, gizemli bir kitap yıllardır derin bir uykuda...
Sonsuz bir geceyi yaşıyor bu kitap.
Yazarı yok, başlığı da...
Bu garip kitabın evi, ABD’nin Yale Üniversitesi’nin Beinecke Ender Kitaplar ve Belgeler Kütüphanesi.
Kütüphanenin kendisi de, eski çağın bir eşi daha olmayan basılı eserlerine, yani insanın yaratma tutkusuna adanmış bir tapınak gibi. Dikdörtgen, petekten bir kutu gibi duran binanın, eserlerin gün ışığından etkilenerek bozulmaması için, pencereleri yok.
Ancak, Vermont eyaletinden gelen, ışık geçiren özel Danby mermerleri, binanın içersini yumuşacık, güneşin süzüle süzüle geldiği bir loşlukla dolduruyor. Bal hareler içinde yürümek gibi bu kütüphanenin içinde dolaşmak...
Kütüphanecilerin MS 408 adını taktığı esrarengiz kitap, Batı-Doğu ikilemini körükleyen temel değişimlerden olan Baskı Devrimi’nin ilk eserlerinden, 15. yüzyılın ortalarından kalma Gutenberg’in bastığı İncil gibi ‘arkadaşları’ arasında, gözlerden bir ömür geçiriyor.
MS 408’in özelliği, bilinmeyen bir dilde yazılmış olması. Kitapta, semboller, çizimlerin de eşliğinde ve şifreli, tuhaf, henüz hiç kimsenin anlayamadığı bir dilde satırlar akıyor, akıyor. Bazı kelimeler, hatta cümleler, sanki çok tanıdık. Ancak gene de, kimse bu dili bilmiyor, kimse çözemiyor. Dilin anlamı, sanki rüzgârın sürüklediği bir tül gibi, tam eli uzatıp tutacakken uzaklaşıyor.
1950’lerde, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından tam da, Soğuk Savaş döneminin başında, şifre çözme bilimi kriptoloji zirvesindeyken, MS 408’in çözülmesi için çok da çaba gösterildi. Hiçbir sonuç alınamadı.
MS 408, ortaya ilk kez 16. yüzyılda çıktı. Bugünkü Çek Cumhuriyeti topraklarındaki Bohemya’nın Kralı 2. Rudolf, kitabın ilk sahibiydi. Ondan sonra, elden ele dolaşan kitap, simyacılardan Cizvit papazlarına birçok kişi tarafından incelendi. Prag’dan Roma’ya, yüzyıllarca seyahat etti durdu. Sonunda da, Polonya kökenli bir kitapçı tarafından Yale’e bağışlandı.
Yeşilin her tonundaki çizimleriyle bu kitap, bir gün kendisini sonunda anlayacak kişiyi sessiz sedasız bekliyor.
Kitabın bilinmeyen dili gibi, bugün, dünyanın bilemediği dil de, barışın, insan haklarının dili.
Norveç’teki aşırı sağ saldırılar, Avrupa’da, zaten bu konuda duyarlı çevreler dışında fazla da bir ‘deprem’ yaratmadı. Oysa, sadece Macaristan’da son birkaç günde yaşananlar tüyler ürpertici... Macar Neo-Nazileri’nin, “Silahlara davranmaya hazırız, ‘Beyazların’ artık sabrı tükeniyor” şeklinde manifestosu mesela...
Norveç saldırısı, Avrupa’nın içine düştüğü derin insan hakları krizinin şimdiye kadarki en büyük semptomu.
Ancak, bu kriz sadece Avrupa ile de sınırlı değil.
Dünyanın hemen her yerinde, ‘insanlık krizi’ olarak niteleyebileceğimiz olaylar patlak veriyor.
Hindistan’da yolsuzluklara karşı mücadele veren hak savunucusu Anne Hazare’nin tutuklanmasına karşılık halkın verdiği sert tepki örneğinde olduğu gibi. Hazare’nin gözaltına alındığı andan itibaren Delhi’den Mumbai’ye ülkeyi saran gösteri ateşi, Hindistan’ın son birkaç yıldır yaşadığı yolsuzluk skandallarına karşı bir başkaldırı aslında. Siyaset, iş dünyası, kısacası, ayrıcalıklı kesimlerin boğazlarına kadar yolsuzluk ilişkilerine battığını ortaya koyan belgelerin, kayıtların ortaya dökülmesine karşı...
Britanya ile kaderi bir anlamda birleşik eski sömürge Hindistan’ın detayları farklı olsa da, benzer bir ‘sistem krizinden’ geçmesi ne kadar da ironik aslında...
Dünyanın tümünün geçirdiği bu karanlık evre, hak ve hukuk açısından küresel bir ‘Güneş tutulması’ yaşanması esnasında, Türkiye’nin de savaşını şiddetlendirmeye niyetlenmesi ne kadar da büyük bir kadersizlik...
Norveç gibi müthiş servetlerin üzerinde kuluçkaya yatan ülkelerde, aşırı sağ kadar merkez sağın da, Afrika’ya yapılan yardımları ‘gereksiz’ bulduğu şu müthiş bir küresel vicdan krizi yaşanan günlerde, Türkiye tam da Somali’de yaşanan kıtlık gibi trajedilere duyarlılık göstermeye, başını kaldırıp dünyayı görmeye, sorunlarını anlamaya başlıyordu sanki...
Ancak dönüp dolaşıp aynı gayya kuyusundan çıkamıyor Türkiye gündemi...
Kürt sorununun çözümü için ortaya konan ‘çılgın proje’, gene ve yine operasyonlar, asker yerine bu sefer polisin güçlendirilmesi gibi ‘tedbirler’ oluyor.
Kuşkusuz ki, şiddet kullanma yetkisini askerlerden alıp bu sefer de sivil yöneticilere, polis gibi daha ‘halktan’ güvenlik güçlerine delege etmek, sorunu toplumun tümüne yaymak, sorunun toplumun her kesimine sirayet etmesine neden olmaktan başka bir işe yaramayacak.
‘Bilinmeyen dil’, sadece Kürtçenin kendisi değil, barışı konuşanların dili olarak da kalacak.
oneysezin@hotmail.com
Yorum Yap