- 28.08.2014 00:00
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun iki eski başkenti arasındaki hızlı trenler, zaman içinde yolculuk yapıyor gibi... 1980’ler, 1990’larda, bugünkü anlamda ilk “hızlı trenler”, Batı ve Orta Avrupa’yı “jet hızıyla” bir uçtan ötekine kat etmeye başladığında, çok modaydılar. Bugün ise, Avrupa genelinde, sınırsız seyahatin alışılmış, sıradan parçaları.
1990’ların Avrupa hızlı trenleri, ülkelerarası sınır tanımazlığın da temsilcisiydiler... Ve tabii, Avrupa teknolojisinin, coğrafi engellere karşı başkaldırısının... Eurostar, Manş Denizi’ni aşıp, Londra ve Paris’i birbirine bağlıyordu...
On dokuzuncu yüzyılın endüstri başkenti Londra ile entelektüel başşehri Paris’in, karşılıklı olarak karadan ulaşılabilen “komşu kapılarına” dönüşmesinden bahsediyoruz.
Fransa’nın hızlı trenleri, TGV’ler(Train à Grande Vitesse- Yüksek Hızlı Trenler) ise, İtalya’nın kuzeyinde Alplerin zirvelerinden geçip, Fransa’nın güneydoğusundan en Batısı’na “karadan uçuyordu”.
Yirmi yıl kadar önce hızlı trenler, yaklaşık 300 km. hız yapıyordu. Bugün, Türkiye’de hızlı tren olarak bahsettiklerimiz, hâlâ bu teknolojiden uzaklar. Günümüz Avrupa trenleri, saatte 400 km. hıza yaklaşıyor.
İtalya’da, sağa sola yatarak hızı katlayan Pendolino’lar, 1976’dan beri var olan ve demiryolları teknolojisini zorlayan bir hızlı tren türü. Pendolo, “sarkaç”; “Pendolino” ise, “sevimlilik, küçüklük” takısı “cık-cik” gibi, “ino”yu ekleyince oluşan bir niteleme; “sarkaççık”... Şimdilerde, İtalya’nın Güneyi’ndeki Napoli’den Kuzey’deki Milano’ya giden hızlı trenler, saatte 600 km. hız rekorunu zorluyor.
Avrupa’da, İtalya, İspanya, Fransa üçgeni, 400 km. hız yapan trenleri ile, “hızlı Akdeniz ülkeleri”. Ama Avrupa geneline yayılan bir hızlı tren ağı kurmak, Avrupa Birliği’nin de gündeminde. Öte yandan, Asya kıtasında, Çin ve Japonya da bu hızda seyahat edilen yerlerden... Ama Çin için, hızlı tren, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, ana merkezleri birbirine bağlayan bir “aksesuar”.
Trenler, “gelişimin” bir yanı sadece...
Hızlı trenler, Avrupa’da zikzaklar çizerken, bir yandan başka şeyler de oluyordu.
1990’lar, 19. yüzyılla hesaplaşmanın da dönemiydi bir anlamda, Avrupa için... Ulus-devletlerin rekabetçi ve yıkıcı milliyetçiliğine karşılık, birleşerek ortaklaşma fikrinin “galip çıktığının” öngörüldüğü zamanlardı bunlar...
Ancak, bir yandan da, Yugoslavya’nın dağılışı ve bu sürecin sonu olan savaşlar, özellikle de Bosna Savaşı gibi, Avrupa yakın tarihinin en kanlı, “insanlık değerlerinin” bu coğrafyada 2. Dünya Savaşı sonrası en beter biçimde dibe vurduğu zamanlar yaşandı...
1990’larda, “insan hakları” kavramı görünürde, “altın çağını” yaşıyordu --en azından siyaseten hâkim dil, Avrupa genelinde, insan haklarının en vazgeçilmez “değer” olduğu fikrini, aşılmaz bir “kırmızıçizgi” olarak kabul ediyordu.
Avrupa, Aydınlanma’dan İkinci Dünya Savaşı’na, aslında en büyük “devrimini”, bilim ve teknolojik ilerlemede mesafe kat ederek değil, “eleştirel düşünceyi” geliştirerek almıştı.
Hâlâ da, Avrupa’yı “taşıyan” ve dünya genelinde, bir “huzur ve refah vahası” kılan, eleştirel düşüncenin oluşturduğu belkemiği...
Yerin dibine batırmak veya saldırganca lanetlemek değil, neyin eksik ve yanlış olduğunu göstermek, mükemmelleştirmenin yollarını aramak için eleştiren, kendi duruşunu da her zaman gözden geçiren, çıkar değil adaleti ilke alarak, gerektiğinde yıkıp yıkıp yeniden inşa eden düşünce...
Kant, Marx, Nietzsche, Foucault ve daha birçoğu... Avrupa, onların eleştirel düşünce metodolojileri üzerinde yükselerek bugünkü hâline geldi.
Hızlı trenler ve ötesi ise, “gelişimin” sadece maddi sonuçları oldu...
Türkiye’de ise, hızlı trenlerin, Ankara- Konya ve Ankara- İstanbul arası gidip geliyor olması, “Türk usulü modernleşmenin sembolleri”.
Maddiyat ve sadece maddiyat; manevi ve zihni eksiklikleri kapatacak diye, 19. yüzyıldan beri medet umulan sahte ilaç...
oneysezin@hotmail.com
Yorum Yap