- 12.12.2013 00:00
Adalet ve Kalkınma Partisi’ne ne oldu? 2009-2010 dönemi, AKP için “açılımlar” dönemiydi.
O dönem, sadece Kürt- Roman- Alevi Açılımları konusu değil, devletin içinde, bürokraside de bir dönüşüm yaşanıyordu. Bürokratlar ve tabii, bürokratların oluşturduğu kurumlar, tabandan bir dönüşüm içindeydi. Avrupa Birliği kaynaklarıyla gerçekleşen bazı programlara katılan bakanlık, Meclis çalışanlarının, kurum içinde ufak tefek de olsa nasıl değişiklikler yapmak istediğine bizzat tanık olmuştum. Gene aynı şekilde, yıllarca muhafazakârların hakları için mücadele verenlerin de, bürokrasiye girmekte önü açılmıştı. Onlar da, kurumsal dönüşüm için, o da olmadı, “iyi bir şeyler” yapabilmek için çabalayabiliyordu. Bir de, AKP veya muhafazakârlık ile bir siyasi bağları olmasa da, sıkı ve nitelikli çalışan bürokratların da, her kurumda olmasa bile, en azından bazılarında açıktı.
2010’dan 2011 seçimlerine giderken, bürokrasideki “işini iyi yapmak için” çalışma hevesi, Türkiye siyasetinin klasik hâlleri yüzünden tavsamaya başladı. Yakınlarını veya seçim çıkarlarına hizmet edeceği düşünüleni kayırma, kalıcı kurumsal dönüşüm için üst düzey adımların atılmaması, daha çok “çağ atlatan değişiklik” diye nitelenen tepeden inme, ancak taban bürokrasisinde uzun soluklu zihinsel dönüşüm yaşatmayacak “kozmetik” çabalar gösterildi.
Başbakan Erdoğan’ın bütçe görüşmeleri (ki, görüşülen de bir şey olmadığı için, böyle demek biraz tuhaf oluyor) sırasındaki “yumrukları sıkılı” bir konuşma daha yapması, aklıma Amerika’dan bir örneği getirdi. Tea Party (Çay Partisi) vakasını...
Tea Party, bence rahatlıkla ABD’nin “aşırı sağı” olarak niteleyebileceğimiz ve aslında 1990’lardan bu yana sahnede olan bir hareket malum. 2000’lerden bu yana örgütleniyorlar ve özellikle, 2009’dan beri de, ABD siyasetini yakından etkileyen dönüm noktalarında da kilit rol oynuyorlar; mesela son olarak, “Obamacare” adıyla anılan Demokratların sağlık eksenli sosyal hizmet politikalarını bloke etmek için, hükümete bütçe krizi yaşatmaya ve devletin “kepenk kapamasına” yol açan olayda olduğu gibi.
Tea Party üzerine öğrencisi Vanessa Wiliamson ile beraber kapsamlı bir saha araştırması yapan, siyaset biliminin duayen akademisyenlerinden Theda Skocpol’un enteresan bir tespiti var. Skocpol’a göre, Tea Party, Amerikan muhafazakârlığının dokusunu değiştiriyor. Asıl işlevi de, Cumhuriyetçilerin herhangi bir konuda Demokratlarla uzlaşmasını engellemek.
Tea Party, “tabandan gelen halk ruhunu” temsil ettiğini varsayan, ancak “korkularla” yaşayan son derece örgütlü bir hareket. Skocpol’a göre, Tea Party’nin en büyük “korkusu” da, gençler...
Gençlerin getireceği değişimden, ülkede yaşatacağı zihinsel dönüşümden duyulan büyük endişe, Tea Party’yi (ironik şekilde hatta bu partideki gençlerini de) etkileyen başlıca ruhsal kodlardan.
AKP içinde ve çevresinde de, giderek hâkim olan bir “Çay Partisi” var. Parti ve Türkiye muhafazakârlığının dokusunu değiştiriyorlar; korkular ve uzlaşma nefretiyle...
Tıpkı Tea Party’nin siyaseti, “ölümüne bir savaş” olarak görmesi gibi, Türkiye’deki “Çaydanlıklar” da, muhalefet ile herhangi bir konuda işbirliği yapılmasını “ödün vermek”, bir nevi “kayıp”, hatta “harekete darbe” olarak algılıyor. Son dönemde, AKP’nin BDP’yi “düşük yoğunluklu ortak” görebilmesinin tek sebebi, “bizim taraftalar” algısının oluşması. Yoksa; muhalefeti, tüm günah ve sevaplarına rağmen, bu kadar hakir gören bir siyasi yapı ile demokrasi mümkün olabilir mi?
Skocpol, “Obama, el sıkışacak birini aradığında, Tea Party nedeniyle, karşısında Cumhuriyetçilerden de kimse bulamıyor ” diyor. Türkiye’de de, cidden siyaset yapmak isteyen herkesin karşılaştığı yumruklar; uzanan eller değil.
oneysezin@hotmail.com
Yorum Yap