- 14.09.2013 00:00
Şerif Mardin’in, 1980’lerde yazdığı iki makalede geçen bir kavram “dikişsiz toplum” (seamless society).
Mardin, bu kavramı, Osmanlı’daki siyasi düşüncenin Türkiye’ye evrilişinde, yekpare bir bütün hâlindeki toplum arayışına atfen kullanmış.
Dikişsiz toplum kavramı, bir yandan, bütünlük arzusunu, hatta güdüsünü bu yönelimin temel “ülküsünü” anlatıyor.
Öte yandan da, “dikişsizlik” takıntısının, farklılıkların “aykırı” ve “olumsuz” bir özellik olarak algılandığı bir anlayışın kaynağı olduğunu da sezdiriyor.
Dikişsizlik tutkusu, dikişle “tutturulduğu”, bütüne teyellendiği düşünülen parçaya, ayrık otu muamelesi yapılmasına, ezilip bütünün içinde yok edilmesi baskısına yol açıyor. Hatta “dikişli” varsayılan parçanın, yırtılıp atılması çabalarına da meşrulaştırıyor.
Türkiye tarihi, dikişsizlik tutkusunun, toplumu delik deşik ettiği; olan dikişlerini de attırdığı örneklerle dolu.
Şimdi de, yeni bir yekparelik saplantısı, farklılıkları yok etmek üzere işbaşında.
Bugüne kadar, yekpareliği dayatan, dikişsizliği tahakkümle sağlamaya çalışan “devlete rağmen” bir şekilde, farklılıklara saygı duyan, sahip çıkan ortak yaşama pratiklerinin halk, “iyi niyetli” insanlar tarafından yaratılması, Türkiye’nin sigortası oldu.
Devlet, toplumu, gerek “derin”, gerekse de “resmî” yüzüyle ne zaman yüksek voltajla şoklasa, bu sigorta mekanizması devreye girdi.
Sigorta dediğim, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devletin, güçlünün tahakkümüne karşı “sıradan insanın” tepkisi, bir direniş, dayanışma kültürüne karşı hakları koruma, adalet arayışı geleneği.
Bir nevi, hayatta kalma, hayata tutunma, insanca yaşama çabası.
Bugünse gencecik Ahmet Atakan’ın ölüm biçimi, sebebiyle ilgili kamuoyundaki tartışmalarda, masumiyet karinesinin kurbanda aranması, toplumsal dikişlerin, sigortaların atmakta olduğunun göstergesi...
Masumiyetini ispat mükellefiyeti, bir toplumsal kitle tarafından ölen kişiye yükleniyorsa; ortada ciddi bir sorun vardır.
Dikişler, aşırı baskıyla atarken; adeta çıkışı olmayan bir bekleme odasında, yine bir “demokrasi paketi” açıklanacak telaşındayız.
Oysa “demokrasi paketi” gerçekten adını hak etse, “açıklanmaz”; toplumsal müzakere ile oluşturulur.
Dikişsiz toplumdaysa, “devlet-millet bir olduğu için”; toplum, devlet- devlet de toplum olduğu için, “baştaki” ne diyorsa o olur. Liderin iradesi, zaten toplumun iradesi zannedilir.
Dikişsizlik ideali, hayatın gerçeklerine aykırı.
Avusturya’da Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Sözleşmesi’nin uygulanması ile ilgili tavsiyelerde bulunan Uzmanlar Komitesi mensuplarından Stefan Oeter, Sigve Gramstad, Suren Zolyan ve Vesna Crnič-Grotič ile deneyimleri hakkında konuşurken, Türkiye’nin dikişsiz toplum baskısıyla cömertçe harcamakta olduğu zamanları düşündüm.
Türkiye, tabii ki, bu Sözleşme’ye taraf değil.
Sözleşme’ye yönelik tartışmaların da, tamamen kapsama alanı dışında.
Bunu geçtim; Anayasa’sının 42. maddesi, “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez” diye hükmediyor.
Avrupa’nın tek diktatörlüğü diye anılan Belarus’un anayasası bile, 50. Maddesi ile, her vatandaşın etnik kimliğini, onurunu korumaya devlet güvencesi verdiği gibi, bireylerin kendi anadilinde, eğitim görmesinin bir hak olduğunu tanıyor.
Toplumsal gerçeklerin gerektirdiği, toplumsal parçalarınızın talep ettiği hak ve özgürlükleri yadsımak; bunları güvence altına almakta en kötünün de berisinde kalmakta ısrar da, devlet olarak dikiş tutturamamaktan başka bir şey değil tabii.
“Seamless Society” kavramı için; Şerif Mardin’in “A Note on the Transformation of Religious Symbols in Turkey” (Turcica) ve “Freedom in An Ottoman Perspective” (Metin Heper- Ahmet Evin editörlüğündeki “State, Democracy, and the Military: Turkey in the 1980s” kitabı) makaleleri.
oneysezin@hotmail.com
Yorum Yap