Özgür ve diğerleri

  • 27.06.2013 00:00

 Türkiye siyaseti ve tarihine ilişkin olarak, akademik dünyada sorgulanıp duran bir konu da, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin darbelerden sonra neden iktidarda uzun süre “fiilen” kalmadığı, Latin Amerika tipi uzun dönemli bir cunta yapılanmasına gitmediği.

Sorunun yanıtı verilirken genelde kullanılan, TSK’nın, “daha darbeyi planlarken, ‘demokrasiye uygun şartları’ tesis etmeyi hedefleyip, bu başarılınca hemen çekilmeyi öngördüğü” tezlerinin kullanılması da, ne mantıken ne de ahlaken pek “doğru” kurulmuş sebep-sonuç ilişkileri gibi gelmedi bana.

Bugünlerde, “neden Türkiye’de ordu cuntalaşmadı” sorusu, Başbakan Erdoğan’ın “ayaklar baş oldu” söylemi ile beraber yeniden aklıma takıldı.


Türkiye’de ordular, uzun süreli, sorgulanamaz iktidarlar kurup cuntalaş(a)madı 
(bence her ne kadar bunu çok istedilerse de) ama neden AKP’de Erdoğan ile liderliğini bulan bir kanat, cuntalaşma eğilimleri gösteriyor?

Türkiye, bugün de çevresine baktığında, Avrupa ülkeleri bir yana, Ortadoğu ve hatta Kafkaslar’dan çok daha “köklü” bir demokrasi geleneğine sahip olmakla övünüyor.

Türkiye içinden de dışından da birçok yorumcu, “Gezi ve Tahrir” benzetmelerine ilişkin olarak, Türkiye’nin “demokrasi geleneğinin” Mısır gibi diktatörlüklerle yönetilmiş ülkelerle karşılaştırılamayacağını ifade etti.

Ki, aslında bu yaklaşım da haklılık payı var; bir anlamda da, son yıllarda Türkiye’nin bir talihsizliğine işaret ediyor bu durum.

Arap Baharı” olarak adlandırılan ayaklanmaların yaşandığı ülkelere “model” olma ve böyle gösterilme hevesi, Türkiye’nin son yıllarda kendisini siyaseten ve toplumsal olarak hep, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri ile karşılaştırmasına neden oldu.

Elbette, neden olmasın; ama bu karşılaştırma, “objektif” bir gözle yapılmazsa, bence Türkiye’de iktidar ve medyatik çevrelerinde olduğu gibi kendi olumlu yönlerini dev aynasında büyütme, eksiklerine karşı da körleşme anlamına geliyor.

Türkiye farkını”, “Atatürk’e” yormak nasıl bir kolaycılıksa, son dönemde yaşanan demokratik dönüşümü “Erdoğan’ın gücüne” yormak da öyle bir basite indirgemecilik.

İşte bu noktada, “halkı temsil ettiği”, “halktan geldiği”, hatta “halkın iradesinin kendisinde somutlaştığını” iddia eden Erdoğan gibi bir liderin, “ayaklar baş oldu” sözleri, çok da sembolik bir önem taşıyor.

Gezi Parkı ile ilgili ilk duyarlılığı sergileyen sivil toplum platformu, Taksim Dayanışma’ya karşı söylenen bu sözler, “devlet” ve “devlet dışı” olanda tezahürünü bulan, Osmanlı’dan bu yana da süren “ikilikten” kaynaklanıyor.

Güçlü devlet geleneğine karşı, “ayaklar”, yani tabandan gelen bir hak arayışına yönelik bir “ayar verme” çabası hep var oldu bu topraklarda. Çok da ironik şekilde, ifadesini kimi zaman “Çarşı”da bulan ayaklanmalar, Osmanlı’da iktidar değişimlerine, “ifratlarından bıkılan” yöneticilerin güçlerinin sarsılmasına neden oldu.

Osmanlı’da, padişahların, sadrazamların, saray çevresinin “adaletsizliğine”, aşırılıklarına, hep kendilerine yontmalarına karşı “halk tedbiri” olarak, bir söylenti girdabı doğar, kulaktan kulağa dolaşan hikâyeler, yorumlar, “kamuoyu kanaatini” oluşturmaya başlardı.

Bu kamuoyu huzursuzluğu, yeniçeriler, “öğrenciler” ve İstanbul’da Kapalıçarşı’da esnaf arasında kıpırdanmaya yol açınca da, isyanlar başlardı. İsyancı liderleri ve “ayaklanan ayaklar”, adı konmamış, bir hak ve adalet, “özgürlük” talebiyle, Osmanlı sistemi için de, siyasi dönüşüme neden olurdu. Tabii, isyan sonucu gelen değişim, köklü bir kurumsal dönüşüme ve devletin zihniyet değişikliğine neden olurdu demek zor.

Devletin gücü el değiştirir, gücün yeni sahipleri de, devlet geleneğini, görüntüde değişerek ama içerikte de sürdürerek devam ettirirdi.

Gezi ile beraber, elimizi kalbimize koyup, vicdanen tüm kanıtlara bakarsak, ilk kez “silahlı” herhangi bir tarafın sahnede olmadığı bir sivil ayaklanma sözkonusu oldu Türkiye’de.

Kamuoyu kanaatini dilden dile dolaştırmayı, bir “kamusal alan yaratmayı” Twitter üstlendi; modern iletişim araçları yaşananları kayda aldı, aktardı, yaydı, dönüştürdü.

Şimdi, Osmanlı’dan beri süren, “ayakların özgürlük” arayışında yeni bir noktadayız.

Halk iradesinin, Türkiye’de artık “liderlerde”, “orduda” ve “devletlû” hiçbir yapıda ifade bulmadığı, sivil toplum başta, “devlet dışı yapılarda” örgütlenme mücadelesinin hiç olmadığı kadar büyük bir güçle başladığı bir döneme adım atıyoruz.

Muhakkak ki, sancılı ve zor yıllar bekliyor Türkiye’yi; dönüm noktalarını dönmek kolay değil. AKP’nin bugünkü liderliği, “özgürlük” talebini anlamayı, yorumlamayı ve sindirmeyi başarmış görüntüsü vermiyor. Bugün Türkiye’de “güç sahibi” diğer tüm yapılar, partiler, cemaatler, örgütler, bu sınavı AKP’nin şimdiye kadarki tavrına tezat bir olgunluk ve ders çıkarma arzusuyla verirlerse, dönüşüm kolaylaşır ve geleceğin önü kolay açılır.

***


Murat Belge
, “Âkil İnsanlar Komisyonu”na katılırken, sivil toplum için bir ömür verdiği çabayla bağımsız bir akademisyen-düşünürdü; ayrılırken de bu duruşu sergiledi. Her daim, herkesten ona gelen eleştiriler, “özgürlüğün” bedelini de gösteriyor aslında.


oneysezin@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums