- 8.06.2013 00:00
Türkiye model ülke oldu cidden de.
Ancak, beklendiği şekilde değil.
Gezi’den başlayarak dünyaya yayılan eylemlerin en önemli yönlerinden biri de, küreselleşmesiydi.
Son yıllarda, Türkiye artan ölçüde dünya basınında haber oluyor; o nedenle, dünya basınının gözü zaten Türkiye’de. Bir aşinalık, tanışıklık var. Yurtdışından birçok muhabir, artık tanıdığı bildiği, birçok yerini dolaştığı hatta yaşadığı bir ülke hakkında yazıyor, haber bildiriyor.
Dünya kamuoyunda da, son yıllarda zaten artmış haber akışının da yarattığı tanışıklık var Türkiye ile. Bir de, tabii, Türkiye kaynaklı diziler, filmler ile edinilmiş bir görsel hafıza sözkonusu.
Müthiş bir polis şiddeti ve bunun görsel belgelerinin, fotoğraflarının, videolarının bolluğu, bunların çok fazla, çok çeşitli olması, yaşananların medyatikleşmesini kaçınılmaz hâle getiriyordu.
Gazetecilikteki temel kurallardan biri, kimi zaman çok da yakındığımız; “When it bleeds, it leads”(Kan varsa, manşet olur) değil mi?
Bazıları, Suriye’deki iç savaşın, yaşanan müthiş trajedilere rağmen dünya basınında yeterince yer almadığına dikkat çekiyor ve Gezi’de olanların bu denli büyük ilgi görmesinin “art niyetli” olduğuna kanıt olarak da bu durumu gösteriyor.
Oysa, Suriye’den “bildirmekle”, İstanbul, Ankara ve diğer kent merkezlerinden haber geçmek arasında dağlar kadar fark var; yaşanan tüm kaosa rağmen, Suriye’deki gazetecilerin yaşadığı tehlikelerle, Gezi herhalde karşılaştırılamaz.
Çok görsel, aniden patlak veren, sürprizli bir eylem; bu hâl manşet olmayacak da ne olacak? Tabii, Türkiye’de ilk günde yaşananları, medyanın seçtiği körlüğü düşününce, bu sorumdan pişman oldum!
AKP kanadından ilk günden beri açıklama yapan herkes, “yabancı basının maksatlı yayınlarına”dikkat çekti.
Bu da, yaşananların hiç anlaşılamadığının başka bir göstergesi.
Yoksa; şöylesi “dış mihraklara” suç bulmak cidden komik oluyor:
• “Zello canavarı” (ABD’nin Houston kentinden yollanan talimatlarla eylemlerin yönlendirilmesinde kullanılan teknoloji!):
• “Kod adı Erasmus” (Avrupa Birliği’nin Erasmus öğrenci değişim programı ile gelen gençlerin,“ajan” diye gözaltına alınması):
• “Faiz lobisi” (yorumsuz).
Olağan şüpheli “İsrail”, nedense artık komplo teorileri lügatimizden kayboldu.
Asıl komplo, işte bu mantık.
“Dünya”, Türkiye’ye karşı bir komplo değil.
Dünya, tam tersi, demokrasi talepleri nedeniyle, “model ülke” olarak Türkiye’yi alıyor ve yaşananlara, an be an, geniş yer veriyorsa, bu durum, çok büyük bir dayanışma ve “iyilik”tir.
Ancak, demek ki, başka bir şekilde “model ülke” olma heves ve hırsı o denli harlanmış, AKP’deki bazı insanları o kadar uçurmuş, “yükseldikleri” irtifada gerçeklerle olan bağlarını öyle bir kesmiş ki, dünya yoluyla bir ayna tutulması, büyük bir şok yarattı.
Türkiye’de medyanın durumuna gelince; epey kısıtlı imkânlarına rağmen, “haber vermek” için çok çaba gösteren çeşitli bağımsız medya kuruluşları da var. Ben, ikisine dikkat çekmek istiyorum.
Biri, bu süreçte, tüm Türkiye’den gösteri haberlerini sürekli güncellenen bir blog yaratarak veren, tüm ülkeyi kapsayan bu haberleri yetiştirmesiyle, bence şu an için “Türkiye’nin en ulusal gazetesi”hâline dönüşen AGOS. AGOS’un, sözkonusu blog’u; (http://www.agos.com.tr/haber.php?seo=direngeziparki-canli-blog&haberid=5207) adresinde yayınlanıyor.
AGOS’un, “bir kısım iç mihrak” tarafından hemen, “Ermeniler, bu işe neden bu kadar ilgi gösteriyor” diye damgalanmaya çalışıldığını da belirtelim.
Diğeriyse, bundan sonra çok iyi öğrenmemiz, hiç akıldan uzaklaştırmamamız gereken bir dizi ilke temelinde yayıncılık yapan Açık Radyo. Ne mi bu ilkeler? Gazetecilikte, hem bir siyasi duruşa hem de tarafsızlığa nasıl sahip olunur; eğer politik bir tavrınız varsa, bunu da ortaya koymak istiyorsanız, nasıl güvenilirliğinizi de koruyarak habercilik yapabilirsiniz... Açık Radyo, bu süreçte bu sorulara çok başarılı yanıtlar verdi.
Gezi’den yayılan gösterileri, yaratacağı etkiler açısından “Marmara Depremi’ne” benzetmiştim.
Siyaset ve medyanın, “bildiğimiz hâliyle biteceğine”, malzemeden çalan politika ve basının, yarattığı çürük yapılaşmanın acı bir çöküş yaşadığına dikkat çekmek istemiştim.
Marmara Depremi’nin bir etkisinin de, Soğuk Savaş’ın dayattığı kapalı kutu hâlinden çıktıktan, ekonomik olarak dışarıya açıldıktan sonra, Türkiye’nin dünyayla çok acı biçimde ilk gerçek bağlantısının kurulması, yardımlaşma ve dayanışma yollarını açıp güçlendirmesi olduğunu hatırlara getirelim.
Türkiye’de sivil toplumun önünü, devletten umut kesilmesiyle, ilk kez gerçekten açan olay olduğunu da.
oneysezin@hotmail.com
Yorum Yap