Damak tadının idaresi

  • 24.01.2013 00:00

 “Ekmek bulanıyorlarsa pasta yesinler” sözünün yanlış biçimde atfedildiği Fransa KraliçesiMarie Antoinette’in kendisi, filozof Michel Foucault’nun deyişiyle, tam bir “hükümdar güç”temsilcisiydi.

Hükümdar güç, “yaşatmaya veya öldürmeye” karar veren, kral, kraliçe, sultan gibi bir kişi veya kişilerde somutlaşan, “emreden” güç olarak tanımlanabilir. Marie Antoinette, güç kullananın ve güç kullanım tekniklerinin değiştiği bir dönemde, kendisini giyotin önünde bulmuştu.

Değişen zamanlarla, 18 ve 19. yüzyıllarda, iktidarın kurumsallaşması ile beraber, hükümdar güç yerini,“disiplin gücüne” bıraktı. Foucault’nun özellikle incelediği “tımarhaneler”, hapishaneler, hastaneler gibi kurumlar, neyin “normal” neyin “anormal” olduğunu tanımlayarak, bireyleri“hükmetmeden idare etmeye/ yönetmeye” başladı.

20. yüzyıldaysa, devletin “kurumların kurumu” olarak yükselişiyle, bireylerin “iyiliğinin” devlet tarafından tanımlandığı biçimiyle korunması ve kollanmasını öngören gücün, yani “biyopolitika”nın hâkim hâle geldiğini ileri sürüyor Foucault.

Tarif edilen “güç egzersizleri” veya Foucault’nun deyişiyle, “teknikleri”, biri diğerinin tamamen yerini alacak biçimde ortaya çıkmıyor. Belli zaman dilimlerinde, disipline edici güçle hükümdar gücün, biyopolitika ile diğerlerinin birbirine karıştığını gözleyebiliyoruz.

Bu güç tekniklerinin her birinde, “ezen ve ezilen” gibi ikilikler yok; gücün uygulayanı ve gücün üzerinde uygulandığı arasında karmaşık bir etkileşim var.

Foucault’nun Paris’teki halka açık konferanslarda, kalabalıkların önüne yerleştirdiği kayıt cihazları üzerinden verdiği örneği ele alırsak; “Önümde duran bu cihazı yere çalıp paramparça edebilirim; bu bir güç gösterisidir. Ama sizlerin de, bu yaptığıma bir şekilde karşılık verme özgürlüğü var”.

Biyopolitika teknikleri, “yaşamı” ölçülecek, üzerine politikalar üretilecek bir bağımsız “unsur”olarak görüyor.

Son dönemde de, Türkiye’de kürtajdan beyaz ekmeğe, devletin “yaşam” için “iyi ve doğru” olanı tanımlayıp buna göre politikaların üretildiği bir süreci yaşıyoruz. “Üç +” çocuk söylemi de aslında, tipik bir biyopolitika yöntemi.

Savaşlar da, “toplumun iyiliği” için yapılıyor mesela; bu durum sadece Türkiye’de değil, aslında dünya genelinde böyle. Ancak, yine “beyaz ekmek” meselesine dönersek, devletlerin birey üzerindeki “söz sahipliği” derecesi birbirinden farklı.

Finlandiya’da, 1970’lerden beri, başka bir “beyazın” tartışması yaşanıyor. Kuzey ülkelerinde“tuzlama”, yiyeceklerin korunmasında kullanılan geleneksel bir yöntem; özellikle deniz ürünleri ve etler, salamura edilerek saklanagelmiş. Bundan beş bin yıl kadar önce tuz, Çinliler yiyeceklerin bozulmasını geciktirdiğini keşfedene değin, neredeyse yok denecek kadar az kullanılıyormuş. Bugünse, çoğumuz “sağlık için meşru sınırın” (yani disipline edici/ biyopolitika sentezi olarak belirlenen“normalin”!) üç beş katına çıkıp 8-10 gram tuz tüketiyoruz.

Finlandiya’da, 1979’da önce Kuzey Karelia bölgesinde başlatılan bir uygulamayla, cinsiyet- yaş- gelir grubuna göre halkın ne kadar tuz tükettiği, tuz alımının kaynağının ne olduğu, tuz tüketiminin ne gibi sağlık sorunlarına yol açtığı detaylı biçimde haritalanmış.

Ardından, bilim adamlarından sosyologlara kapsamlı bir proje geliştirilmiş; üç yıl sadece Kuzey Karelia’da uygulanan sonra yavaş yavaş tüm ülkeye yayılan bir proje çerçevesinde tuz, Finlandiya’da üretilen tüm ürünlerden çekilmeye başlamış, nüfus genelinde konuyla ilgili “bilinçlenme” kampanyalarına girişilmiş, yiyeceklerin üzerine uyarılar konmuş.

1993’ten itibaren Finlandiya’da, piyasaya sunulan tüm yiyeceklerin üzerinde, sadece tuz değil, yağ, şeker ve tahıllar/ lifler açısından sağlığa uygunluk kriterine göre farklı “kalp” işaretleri yer almaya başlamış..

Bugün sadece Finlandiya değil, birçok Avrupa ülkesinde, “tuz” ile ilgili benzer politikalar uygulanıyor. Finlandiya deneyimi de, Avrupa Komisyonu’nun örnek gösterdiği bir “başarı hikâyesi”.

Finlandiya’da bir lider çıkıp da, “bundan sonra tuz yok çünkü size zararlı” dememiş. Yıllarca süren bir geçiş dönemiyle, tercih halka bırakılmış, halk arasında bir farkındalık yaratılması ve damak tadının yavaştan “tuzsuz”a alıştırılması yönetimiyle değişim sağlanmış. Ülkede, 30 yılda, tuz kullanımındaki yüzde 40’lık düşüşle beraber, yüksek tansiyona bağlı kalp krizine bağlı ölümler ve felç vakalarında yüzde 80’lik bir azalma gözlenmiş.

Biyopolitika tekniklerinin tam bir örneği olan Finlandiya’daki “gıda ve sağlık” üzerine politikalarını, farklı biçimlerde okumak mümkün; ama en azından tercih halka bırakılmış, ayarlar inceden yapılmış diyebilir miyiz?


oneysezin@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums