Almanya Macerası

  • 2.08.2012 00:00

 Evet, 1969 senesinin Kasım ayında nasıl olduysa, nereden duyduysam, hala hatırlamıyorum, Almanya’ya işçi olarak yazıldım. Bir hafta içinde çıktı. İşlemleri tamamlayarak 19 Aralık 1969’da Almanya’nın Ludwigshaven kentine işçi olarak gittim. Almanya’nın gelişmişliğini görünce çok etkilendim. İnsanlarının gelişmişlik düzeyleri,  davranış biçimleri ve birbirlerine karşı saygılı oluşları, sokakların, caddelerin tertemiz pırıl pırıl oluşu, eğlence mekânlarının şekli ve oradaki insanların din ile olan ilişkileri beni etkileyen başlıca unsurlardı. O güne kadar zaten zor oluşmaya başlayan, bir köy çocuğundaki sol düşünce tekrar sekteye uğramak üzereydi. Nedeni mi? Al sana gelişmişlik, al sana zenginlik ve insanların mutluluğu. Hep kendimi sorguladım. Ama düzeyimiz belli. Sol düşünce hiç çıkmadı aklımdan gelgitler yaşasam da. Milliyet Gazetesi bir gün geç gelirdi, ama ben onbeş kilometre bisikletle yol giderek o gazeteyi satın alırdım. Sol gazete gözüyle bakıyordum Milliyet’e.

 

Bilindiği üzere Almanya’ya gruplar halinde gidilirdi. Bizim grubumuz on kişiyi aşkın bir gruptu. Orhan Kırcıoğlu adında biri ile arkadaş oldum. Kendisi Bulgaristan göçmeni idi. Konuşmalarından etkilendim. Hep anlatmaya uğraşırdı “sosyalizm, en iyi düzen” diye, ama bilgisi çok zayıftı. Eşitlikten, adaletten, sömürüden toprak reformundan konuşurdu dili döndüğünce. İzine geliş gidişlerde Bulgaristan ve Yugoslavya’daki devlet çiftliklerini reformları da görüyorduk yüzeysel de olsa. Almanya bir tarafta, Bulgaristan ve Yugoslavya bir tarafta. Almanya zengin, insanlar mutlu, işsizlik yok. Fakat öbür yan da sıkı bir şekilde ilgi alanımda. Hep gelgitler oldu bir ara. İşin doğrusu, insanlara bu konuda yön verecek yol gösterecek bir kurum da yoktu. Varsa bile, bize veya bana ulaşılamamıştı.

 

Giyinmeyi kuşanmayı orada öğrendim dersem abartılı mı olur acaba? Hayatta ilk defa yeteri kadar para geçiyordu elime. Nasıl giyinilecek, insana ne yakışır orada öğrendim. İstanbul’dan arkadaşlarım vardı. Nurettin, Bülent bunlar doğma büyüme İstanbul’lu, kentli arkadaşlarımdı. Kültürel değişiklikler hızla gelişti. Almanlarla ilişki kurdum, dostlar edindim. Şimdi anlıyorum bir dünya vatandaşı olmaya çalışıyormuşum ama ben farkında değildim. Çünkü Türklüğümle hiç öğünmediğim gibi utanç da duymadım. İnsan insandır diyordum. Almanya’da olduğum için onlara saygılı davrandım ve onlar gibi yaşamaya da özen gösterdim.

 

İlk izine gelişim, çalışmaya başladıktan 6 ay sonraya denk geldi. Bir ay izinden sonraki dönüşümde, bir bavul dolusu kitabı da beraberimde götürdüm. Bazen eğlence yerlerine giderdik eğlenmeye. Kız arkadaşlarımız olurdu. Hiç taşkınlık ve sululuk yaptığımı hatırlamıyorum. Şehirli anlayışım yavaş yavaş oluşmaya başladı. Gerçi ortaokulu ve liseyi şehirde okumuştum, İstanbul’da bir yıl kalmıştım ama bu bir anlayış özümseme sorunu. Bana sorarsanız, o dönemlerde Türkiye’de hiçbir şehir kentli karakter taşımıyordu.

 

Almanya’da, buraya göre iyi para kazanıldığı bilinen bir gerçektir. Ben de iyi para kazandım ve hiç gereksiz yere para harcamadım. Aldığım aylığın büyük bir bölümünü babama gönderiyor, kendi geçimimi gündelik tarım işlerine giderek karşılıyordum. Böylelikle orada kaldığım 26 ay içerisinde 55.000 TL para göndermişim babama. Markın o günlerde değeri 1DM=3,5TL civarında idi. Gönderdiğim para ile de babam, Bandırma’da iki katlı betonarme bir ev aldı. Daha apartmancılık böyle yaygınlaşmamıştı bugünkü gibi. O evde kız kardeşlerim ile uzun yıllar altlı üstlü oturduk. Sonra o evi 1986’da sattık ve bugün hala oturduğumuz evi, üzerine para da ekleyerek aldık. Bu arada pek tabii ki babamın morali oldukça düzeldi. Nasıl düzelmesin, eline çok miktarda para geçiyor ve başı dik şekilde geziyor. Bu arada uçağa da izine geliş gidişlerde ilk kez binmiş oldum.

 

Sırası gelmişken değinelim. İzinlere geldiğimde köyden samimi arkadaşlarım olan Fahrettin ve Fikri bolca geziyor ne kadar düğün eğlence varsa gidiyorduk. Daha önce demiştim aşk konularına tekrar değineceğim diye. 1966 veya 1967 senelerinden beri devam ede gelen, bir kızla ilişkim vardı. Sıkça bir şekilde, o iki arkadaşla birlikte, kız arkadaşımın köyüne giderdik. Burası bizim köyün oldukça uzağında bulunan Doğancı köyü idi. Gerçekten birbirimize çok ama çok sevdalanmıştık. Anneme o kızla evlenmek istediğimi söyledim. O da babama söyleyecek, bu işin yöntemi bu, babaya böyle şeyleri doğrudan söylemek ayıplanırdı köyümüzde. Dillere destandı ilişkimiz. Güzeldi, bunu herkes söylerdi. Annesi babası, beni kabullenmişlerdi ve çok severlerdi. Sonunda babam, köyden birkaç saygın kişiyi de yanına alarak kız istemeye gittiler. Aldılar da. Nişanlandık, izin bitti ve ben Almanya’ya döndüm. Ne oldu ise bundan sonra oldu. Bir süre sonra babam tutturdu “Bu kızdan ayrılacaksın” diye. Mektup üstüne mektup. Kızla benim aramda en küçük bir problem yok. Daha önceleri de anlatmaya çalıştığım gibi, ne kadar şehirde yaşasak da ataerkil yanımız bizi tam terk etmiyor. Belki biraz azalıyor ama bitmiyor. Sözü uzatmayalım, babama boyun eğmek zorunda kaldım. Ayrıldım güzel Gürcü kızından. Son buluşmamızda bana ağlayarak şunu söyledi. “Sen evlenmeden ben asla evlenmeyeceğim”. Ben de aynı sözü ona verdim. O sözünü tuttu, ben tutamadım. İnanır mısınız, o güzel Gürcü kızı Emel’i hiç görmedim. Duydum ki sonra o da evlenmiş.

 

Almanya Macerasının Sonu Ve Askerlik

 

Hayat devam ediyordu. Anne tarafından akrabalarımızın yaşadığı Gönen’in Alaattin Köyü’ne, dayımla birlikte bir köy düğününe gittik. Kızlar oğlanlar oynuyorlar, eğleniyorlar düğün neşe içinde sürüyordu. Kızların içinden şimdiki eşim Hidayet’le tanıştık. Bir süre daha görüştükten sonra istendi ve nişanlandık. Bu arada Almanya macerasının sonlarına gelindi. Askerlik için döndüm, askere gittim, askerden izinli gelince düğünümüz oldu evlendik. Bandırma’ya babamın aldığı eve yerleştik askerlik bitince. Yukarıda da söylediğim gibi ev iki katlı idi, bir katında kardeşim, bir katında biz oturuyorduk. Bandırma da bulunan BAGFAŞ isimli fabrikada iş bulmuştum, o günkü koşullara göre oldukça iyi bir ücretle.

 

Bu arada askerlik anılarımdan bazılarına da değinmek istiyorum. İyi bir asker olmamla birlikte, askerliğe hiç ısınamadım, sevemedim. Çok iyi dostluklar kurdum, iyiler gördüm, kötüler gördüm. Edindiğim arkadaşlarla hala ilişkilerimi sürdürdüklerim var. Görev yaptığım birlikte örnek çavuş seçilmiştim. Askerliğe ısınamamamın nedeni herhalde Bilecik’teki acemi birliğinde, nerdeyse her gün bölüğün sıra dayağından geçirilmesi idi. Nedensiz bir şekilde bu durum sürüyordu. Şimdiki eşimle nişanlı idim. Mektup yazmak istiyordum, yazamıyorum. Zaman yok, kâğıt kalem vermiyorlar, tam bir toplama kampı gibi idi. Tek farkı güzel yemekler çıkardı. Çok ağladım o dört ay boyunca. Acemilik bitip çavuş olarak Çanakkale’ye dağıtım olunca oldukça rahat bir askerlik dönemi yaşadım. Biz de eğitim çavuşu olmamıza karşın, dönem arkadaşlarımızla söz verdiğimiz üzere hiç acemi dövmedik. Bölük komutanımız iyi bir insandı. Benimle ilişkileri iyiydi. Beni örnek çavuş seçen de oydu. Belki bundan dolayı, 15 günde bir izinsiz olarak Gönen’e gitmeme göz yumardı. Askerlik anılarımdan birini de anlatmadan geçemeyeceğim. Askerliğimizin bitimine az bir süre kala çavuş arkadaşım Ali Kuyucu’nun (hala arkadaşlığımız devam etmekte) beli çok ağrıyordu. Yorgan döşek yatmasına karşın bir türlü iyileşemiyordu. Ne yapmamız konusunu düşünürken, Ali bana “Şarap al da içelim, belki belim uyuşur biraz rahat ederim” dedi. Ben de bunun üzerine bir arkadaşla birlikte garnizonun dışına çıktım. Yanılmıyorsam 8 şişe şarap alıp geri döndük. Bizi çıkışta nöbetçi subaylardan biri görmüş ve pusuya yatmış, dönüşümüzü bekliyormuş. Şaraplarla birlikte bizi yakaladı. Şişelerin hepsini kırdı, ikimizi de felaket bir şekilde dövdü. Özellikle de beni, “bir de çavuş olacaksın” diye. Elinden kurtulduktan sonra, bu sefer başka bir yoldan şarapları, rakıları alarak daha tedbirli davranarak yakalanmadan döndük. Pek kullanılmayan baraka koğuşta sabaha kadar içtik. Hayatımda en sarhoş olduğum anlardan biridir o akşamki olayımız. Ali’ye içki alma olayını anlattığımda çok duygulanmış ve ağlamıştı.

 

İşçilik Hayatım

 

Bugüne kadar bölük pörçük devam eden işçilik hayatım yeni başlıyordu. Bagfaş’a başvurduğumda tornacı olarak anlaşmıştım. O sıralar düz bir işçinin aldığı aylık 600 ile 650 lira arasında değişiyordu. Ben ise 1.500 liraya anlaştım. Sendikayı orada tanıdım. Yeni Ortam Gazetesi’ni orada çalışırken okumaya başladım. Çok kısa fiili işçilikten sonra, yöneticilik konumuna geçtim ve mekanik atölye teknisyeni oldum. Fabrikada işçilerin maaşları toplu pazarlık sonucu belirleniyordu. Benim ve benim gibi yönetici konumunda olanların ücretleri patronun iki dudağı arasında, yani onun insafındaydı. Bu da beni görece yüksek ücret almama karşın rahatsız ediyordu. Zaman içinde sendikacı arkadaşlarla ilişkiler kurdum.

 

Bu arada bir kızımız oldu. Çok sevindik, Vildan koyduk adını. Şimdi o da evlendi. İkiz kızları var. Sevgili torunlarım Defne ve Çınar.

 

Çalışırken, tahminen iki yıl sonra, Petrol-İş Sendikası’na üye olmak için başvurdum. Sendikanın olduğu yerde sendikasız kalmayı onursuz bir yaşam gibi algıladım. Ama sendika şubesinde de bir sürprizle karşılaştım. Sendika Şube Başkanı, “Tamam biz seni üye yaparız ama işveren seni işten atabilir” dedi. Pek de haksız sayılmazdı hani. Kırk elli kişi kapsam dışı çalışan var, üye olmak isteyen bir tek ben. Güç bela üye oldum. Sonradan öğrendim ki sendika başkanı, Adalet Partisi üyesi imiş. Patronla kardeşçe geçinip gidiyorlardı.

 

O sıralar sevgili kayınpederim ağır hasta idi. İnanın onun 50 km uzaklıktaki evine, çoğu kez ziyarete gidemiyordum. Aldığım maaş öbür işçi arkadaşlara göre nerede ise üç kat fazla olmasına karşın, geçinmekte zorluk çekiyordum.

 

1975 yılında Bandırma’da kurulu bulunan Boraks ve Asit Fabrikaları’nın Asit Bölümü’nde direniş oldu. Direnişin amacı; örgütlü bulunan Petrol-İş Sendikası’ndan ayrılıp, DİSK’e bağlı Kimya-İş Sendikası’na geçmekti. Yukarıda da belirttiğim gibi Petrol-İş yöneticilerinin tamamı sağ görüşlü idi.

 

İşte bütün bu olumsuzluklardan ve olaylardan sonra, emeğin nasıl savunulacağı, nasıl egemen kılınacağı benim esas ilgi alanımı oluşturmaya başladı. Pek doğaldır ki bütün bu düşüncelerde, olaylarla birlikte tanıdığım ve ileride çokça söz edeceğim arkadaşlarımın, yoldaşlarımın katkıları büyük oldu. Karşılıklı tartışmalarla birbirimize büyük katkılarımız oldu. Bagfaş’ta çalışırken, gerek sendika üyesi olduğum zaman, gerekse üye olmazdan önce, sendikacı arkadaşlarla çeşitli eylemler gerçekleştirdik. Büyük bölümünde de başarılı olduk. Sendikacılardan Sıtkı Değirmencioğlu, başta gelen arkadaşlardan biridir. Daha sonraları arkadaşlığımız hep devam etti. Bir de buna TKP’de yoldaşlığı ekledik.

 

1975’deki Asit Direnişi olumsuz sonuçlandı. Burada işin öncülüğünü yapan arkadaşlar, Bandırma Kültür Derneği’ni kurdular. Sonraları Sıtkı ile beraber ben de o derneğe üye olduk. Orada tanıdığım arkadaşlar, benim yaşamımı belirleyen kişiler oldular. Onlara sonsuz teşekkürler, beni böyle güzel bir hayata yönlendirdikleri için. Bu isimleri şöyle sıralayabilirim: Muzaffer Duymaz, Hikmet Ayhan, Mehmet Aydın, İzzet Kuvanlıklı, Osman Nart (Dev-Yol’a geçti, sonra öldü), soyadını hatırlayamadığım Kubilay (daha sonra Halkın Yolu’na geçti).

 

İşte bütün bu arkadaşlarla yoğun çalışmalar yaparak Petrol-İş Sendikası’nın Bandırma Şube Yönetimi’ni değiştirdik. Eskiye oranla daha nitelikli arkadaşlar yönetime geldi. Gelen yönetimin Bagfaş’ta yapmış olduğu toplu sözleşme ile kapsam dışı kalan teknisyenler kapsama dâhil edildi. Ama ne yazık ki sekiz on kişi olan teknisyenlerden bir ben üye kaldım. Ben ise daha önceden üye idim zaten. Hakları olduğu halde korkudan kimse sendika üyesi olmadı. Ben de bu haktan üç ay yararlanabilmiştim. Sonra da işten atılmıştım. İşten atılmamız şöyle gelişti: Bir toplu sözleşme öncesi, ne kadar sendikada aktif çalışan varsa bir de ben 47 kişi işten çıkarıldık. Sıtkı Değirmencioğlu, atılanlar arasında idi. O ve öteki işçilerin bir bölümü yapılan toplu sözleşme ile geri döndüler. Ancak Sıtkı, işe alınmasına karşın iş yerine sokulmadı, temsilci olduğu için işveren, maaşını düzenli dışarıdan ödedi. Ta ki 12 Eylül faşist darbesine kadar. Orada o maaşı da bitti, Bagfaş yaşamı da.

 

İşten atıldıktan sonra bir montaj şirketinde iş buldum. Hem de çok yüksek ücretle. O işyeri de Bagfaş sahasında montajı süren yeni fabrika idi. Bu nedenle oradaki işçilerle ilişkim devam etti. Montajı yapan Sungurlar Şirketi’ydi. Orada da yönetici konumunda idim. Yönetimimde 40 kişi çalışıyordu ve son derece uyumlu çalışma örneği vererek iyi işler başardık. Burada şunu anımsatmadan geçemeyeceğim, tevazu da yok. Kişisel çabalarımız sonucu ve arkadaşların desteği ile herkese düzenli zam alıyorduk. Bir karşılaştırma yapacak olursak, sendika olmamasına karşın zam alınmıştır. Bagfaş’ta bir kişi 2.000 lira alırken, ben oradan sekiz ay sonra ayrıldığımda, ortalama ücretler 8.000 lira idi. Benim maaşım ise 12.000 lira olmuştu. Sungurlar’da çalışırken Etibank’a girmek içinde başvurmuştum.

 

1977 yılında sevgili kayın babam öldü nefes darlığından. 48 yaşında idi, nur içinde yatsın.

Yukarıda belirttiğim gibi Sungurlar’da çalışmam 8 ay sürdü. Daha sonra ücreti çok düşük olmasına karşın (1.500 lira idi) Etibank Boraks ve Sülfürik Asit Fabrikaları’na girdim. Ancak Sungurlar’da çok kısa çalışma hayatıma karşın unutulmaz güzellikte anılarım oldu. Verimli çalıştık ama mücadelemiz sonucu iyi çalışma koşulları ve iyi ücret almayı sağladık. Bu işyeri ile ilgili bir anımı anlatmak istiyorum. O işyerinde koşullar iyi olmakla birlikte, hiç sorun da yok değildi. Aylardan birinde maaşlarımızı alamamıştık. Ayın onu veya onbiri idi. Direniş yaptık, benim öncülüğümde, sabahleyin işe geldiğimizde kimseye işbaşı yaptırmadım. Müdüre de paralarımızı alıncaya dek işbaşı yapmayacağımızı söyledim. İnanır mısınız,  o güne kadar çeşitli defalar söylememize karşın ödenmeyen paralarımızı hemen ödediler.

 

Bu işyerinden ayrılırken patron, ayrılmamam için çok ısrar etti. Direnişçi idik, isyankârdık ama çalışkandık da. Ulvi Oğuz’un bana söylediği şu söz, aklımdan hiç çıkmadı: “Komünist demek, bir köşede tembel tembel oturmak değildir” demişti. İşveren açık çek teklif etmişti, “Maaşını kendin belirle” demişti. Ama reddettim, çok cazip bir teklif olmasına karşın. Artık benim yaşamım toplumsal mücadelelerin bir parçası olacaktı, karar verilmişti artik. Politik çizgim netlik kazanarak TKP’den yana kesin tavrımı belirlemiştim. İş çıkışlarında her akşamüzeri Demokratik Kültür Derneği’ne sekiz, on arkadaş gidiyorduk. Muzaffer ile ilişkilerimiz, gün geçtikçe gelişti derinleşti. Nerede ise tüm yaptığım ve yapacağım işleri birlikte tartışarak karar alıyorduk.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums