- 12.04.2017 00:00
Mustafa Kemal bir defasında Jean Jacques Rousseau'ya fena saydırmış, bir psikopat demediği kalmıştı.
Çünkü Gazi Paşa Hazretleri “kuvvetler ayrılığı” ilkesine felaket karşıydı.
Şöyle demişti: “Jean-Jacques Rousseau'yu baştan nihayete okuyunuz. Ben bunu okuduğum vakit hakikat olduğuna kail olduğum bu kitap sahibinde iki esas gördüm. Birisi ıstırap diğeri cinnettir. Merak ettim; ahval-i hususiyetini tetkik ettim. Anladım ki, hakikaten bu adam mecnundur ve hal-i cinnette bu eserini yazmıştır. Binaenaleyh, çok isnat ettiğimiz bu nazariye böyle bir dimağın mahsulüdür…”
Gelgelelim, Paşa Hazretleri yanlış adama kızıyordu. Rousseau yerine, Montesquieu'ye karşı çıkması gerekiyordu.
Zira politik gücün “yasama - yürütme - yargı” şeklinde birbirinden ayrılması gerektiği fikrini savunan Rousseau değildi.
Bu durumda, Gazi Paşamızın hal-i cinnette eser yazdığını söylediği Montesquieu denen “mecnun” olsa gerekti.
Karıştırmak nihayetinde insanlık halidir. Zaten vahim olan karıştırmak değil konudan uzaklaşmaktır.
Mesela, “Jean-Jacques Rousseau tüm lokantaların kapatılmasından yanaydı” denseydi olmazdı.
Bir de, lafta Montesquieu, özde Rousseau şeklinde “taammüden karıştırmak” var ki, tam bir fecaattir.
Nasıl mı?
Şöyle: “Yürütmeye” bağlı kolluk kuvvetlerini ve “yargıyı” bütünüyle ele geçirip “yasamayı” vesayet altına almak ve bunu da “yargı bağımsızlığı” veya “kuvvetler ayrılığı” şeklinde pazarlamak…
FETÖ'nün yaptığı bu değil miydi?
***
“Kuvvetler ayrılığına” Mustafa Kemal'in yakın çalışma arkadaşı, CHP eski İzmir Milletvekili ve Adalet Bakanı da şiddetle karşıydı.
Karşı olmak ne kelime, “bütün kötülüklerin anası” telakki ediyordu.
Kimdir adı gelsin mi dediniz?
Hani, Müdür, birkaç yıl önce adına park açmıştı ya o işte. Evet, bildiniz, Mahmut Esat Bozkurt.
Bir defasında, ünlü Fransız hukuk kuramcısı Duguit'e atıfla, “Kuvvetler ayrımı Hıristiyanlığın teslisi gibi hayal kabilindendir. Teslis nasıl mümkün olmayan bir hayal ise, kanun alanında ve uygulamada kuvvetler ayrımı da öyle mümkün olmayan bir hayal ürünüdür…” demişti.
Bununla da kalmamış, “kuvvetler ayrımının” uygulandığı ülkelerin başarısız olduğunu dile getirmişti.
***
Malumunuz 23 Nisan 1920'de kurulan ve 3 yıl faaliyet sürdüren Birinci Meclis'te partiler yoktu.
Zaten Sivas Kongresi'nde, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti mensupları herhangi bir siyasi parti adına hareket etmeyeceklerine yemin etmişlerdi.
Evet, partiler yoktu ama Birinci ve İkinci Grup'un yer aldığı Birinci Meclis'te çok yoğun, çok şiddetli tartışmalar yaşanmıştı.
Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey başta olmak üzere İkinci Grup'un alayı, Birinci Grup'un lideri Mustafa Kemal'e “tek adam” eleştirisi getirmişlerdi.
Hülasa, “Otoritersin, tek adamsın… Çünkü sen hem Meclis Başkanısın, hem hükümetin başısın, ağzından çıkan kanun oluyor; hem başkumandansın, hem de İstiklal Mahkemeleri de sana bağlı olduğu için yargısın…” demişlerdi. (Kazım Karabekir Paşa'ya soracak olursanız, Mustafa Kemal saltanatı ve hilafeti de kendi umdesine almaya karar verdiği için, “tek adamdan” da öteydi.)
Mustafa Kemal'in öncülüğünde şekillenen Birinci Grup daha sonra partileşecek, CHP'ye dönüşecekti.
Mustafa Kemal, Meclis'i feshedip yeni bir Meclis kurmayı aklına koymuştu. Yeni Meclis'in de “Kız gibi bir Meclis” olmasını hedeflediğini, İsmail Habip Sevük'e söylemişti.
“Kız gibi Meclis”ten maksat; itirazsız, tek sesli, sütliman bir Meclis'ti; aklınıza başka şeyler gelmesin.
Çünkü Gazi Paşa Hazretleri, İkinci Grup'un önde gelenlerinden Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey gibilerden çok çekmiş; “diktatör, otoriter” yollu eleştirilerden ikrah etmişti.
Gerçi Ali Şükrü Bey de muhalifliğinin bedelini canıyla ödemişti.
O dönemin Hüsnü'sü de Birinci Grup “elamanı” Yunus Nadi'ydi.
Mustafa Kemal'e “tek adam” eleştirisi getirenleri (yazdığı bir makalede) “yeni cidal devri” diyerek “iç savaşla” tehdit etmişti.
Filozofları karıştırmak, ne bileyim, Rousseau yerine Montesquieudemek mesele değil.
Mesele, “tek adamı” karıştırmakta.
Karıştırmayın.
Yorum Yap