- 19.01.2016 00:00
Muhalefet partileri başkanlık sistemine geçilmesini istemiyor. AKP seçmenlerinin çoğu dahil, seçmen çoğunluğu da öyle.
Başbakan Davutoğlu yeni yeni destek vermeye başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, neredeyse sadece kayıtsız şartsız yandaşlarının desteğiyle, “Türk biçimi” dediği başkanlık sistemine geçilmesinde ısrarlı. Bu amaçla ülke çapında arama konferansları (kimilerine göre “ikna odaları”) kurup, seçmenin ikna edilmesinden dahi söz ediyor.
Yakınlarda çıkan bir yazımda (Zaman, 9 Ocak), bu ısrarın yönetimdeki zafiyetin itirafı, ikrarı anlamına geldiği yorumunda bulundum. Parlamenter sistemin yürümez hale geldiği, “yapısal tıkanıklık doğurduğu” iddialarının, artan iç ve dış sorunlar karşısındaki yönetim zaafının bahanesi haline geldiği bir ölçüde doğru. Ama Haluk Özdalga, geçenlerde çıkan bir yorumunda ısrarın başka yerde aranması gerektiğini yazdı. (“Erdoğan başkanlık sisteminde niçin ısrar ediyor?” Haber 3, 11 Ocak.)
Özdalga'nın DSP genel başkan yardımcılığıyla başlayıp, CHP Parti Meclisi üyeliğiyle devam eden, (Erdoğan'ın daveti üzerine katıldığı) AKP'de iki dönem milletvekilliğiyle noktalanan zengin bir siyaset tecrübesi var. Mühendis olmasına rağmen herhalde siyaset üzerine en çok okumuş ve yazmış parlamenterlerden de biri. Başkanlık ısrarına getirdiği açıklama özetle şu: Erdoğan Türkiye'de particilik alanında en çok tecrübeye ve partilerin işleyişi konusunda geniş pratik bilgi sahibi olan politikacı. AKP üzerindeki belirleyici etkisi sürüyor. Ne var ki, parti içi dengelerin hiç beklenmedik bir şekilde değişebileceğini biliyor. Üyelikten uzak kaldıkça, partiyi etkileme imkânının yavaş yavaş da olsa, siyasetin doğası gereği, azalacağını görüyor.
Bu nedenlerle Erdoğan açısından esas sorun, “ne zaman ve nasıl bir kriz çıkaracağı belli olmayan iki başlılık…” Parti üzerindeki etkisini koruyacaksa, iki başlılığı önlemek için ne gerekiyorsa yapması gerektiğini düşünüyor. Başkanlık sistemi getirilebilirse, mesele kalmayacak. Ama bu olmazsa, anayasada Cumhurbaşkanı'nın partisiz, tarafsız olmasını öngören hükmün değiştirilerek, AKP üyesi olmasının önünün açılmasına da razı. Nitekim “Partili cumhurbaşkanlığı mevcut yapısal tıkanıklığı aşabilir mi?” şeklindeki bir soruya şöyle cevap veriyor: “Tabii ki aşar. Zaten bu konuyu gündeme getirmiş olmamın sebebi de, o tıkanıklığın bu yöntemle de aşılabileceğine inanmamdan kaynaklanıyor. Çift başlılığı ortadan kaldırmak lazım. Aksi takdirde, birbirinizi ne kadar sevseniz de, geçmişte ne kadar beraber olsanız da, zaman zaman sıkıntılar söz konusu olabilir.”
Erdoğan'ın bu amaçla yaz aylarında erken seçime gidebileceğini de söyleyen Özdalga'ya hak veriyorum. Erdoğan, tek – adam yönetimine esas tehlikenin muhalefet partilerinden (ya da Davutoğlu'ndan) değil, “parti içinde bir başkasının veya birkaç kişiden oluşan bir siyasi kliğin AKP yönetimini ele geçirmesi ihtimalinden” kaynaklandığını düşünüyor olabilir. Muhalefet partileri ülkenin kaderini belirleyecek halde görünmüyor. CHP dar bir seçmen kesimine mahkûm olmuş durumda. MHP, AKP'nin yedeği işlevi görüyor; yönetimi değişse bile zihniyetinin değişmesi olasılığı sıfıra yakın. Ne yazık ki AKP ile PKK arasında sıkışan HDP, yeniden barajın altına inme tehlikesiyle baş başa.
Evet, AKP'de Erdoğan'a karşı ayaklanma ihtimali şimdilik görünmüyor. Ne var ki, içte ve dışta sorunlar büyüme eğiliminde. Muhalif aydınların ve bağımsız medyanın uyarılarıyla AKP'de, hep birlikte enkaz altında kalma riskine karşı, şu veya bu şekilde bir başkaldırı olması tümüyle ihtimal dışı değil. Ve belki görünen gelecekte Türkiye için yegâne umut da bu. Erdoğan'ın muhalif aydınlara ve bağımsız medyaya artan gazabının esas sebebi de bu olmalı.
Yorum Yap