- 7.01.2015 00:00
Anayasa hukukçularının duayeni, 2007'de AKP hükümeti için anayasa taslağı hazırlayan ekibin başı olan Prof. Dr. Ergun Özbudun'un “Anayasacılık ve Demokrasi” (İstanbul Bilgi Üniversitesi, Eylül 2015) başlıklı kitabı, Türkiye'de demokrasinin aldığı hal konusuyla ilgilenenler için vazgeçilmez bir okuma.
Kitap liberal demokrasi fikrinin doğuşu ve gelişmesi ile Türkiye'de geçirdiği serüveni konu alıyor. Belki en önemli yönü, AKP iktidarına karşı bir “darbe girişimi” olduğu iddiasıyla, Cumhuriyet tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının örtbas edilmesi amacıyla çıkarılan bir dizi kanunla yargının nasıl “iktidarla uyumlu” hale getirildiğinin ayrıntılı tahlilini içermesi.
Özbudun, hukuk devletinin aldığı ağır yaraların, medyanın büyük bir kısmının da çeşitli yollarla iktidarla “uyumlu” kılınması, ifade ve basın özgürlüğü üzerindeki kısıtlamalar ve baskılar yanında, seçim sürecinin partiler arasında eşit koşullarda işlemekten uzak oluşuyla birlikte ele alındığında Türkiye'de siyasi rejimin “yarışmacı otoriterizm” olarak nitelenebileceği sonucuna varıyor. “Yarışmacı Otoriterizm / Competitive Authoritarianism” (2010), Steven Levitsky ve Lucan A. Way adlı siyaset bilimcilerin, aynı adı taşıyan kitaplarında geliştirdikleri bir kavram; “biçimsel demokratik kurumların var olduğu ve iktidara gelmenin başlıca aracı olarak geniş ölçüde kullanıldığı, fakat iktidar sahiplerinin devleti kötüye kullanmalarının onlara muhalifleri karşısında önemli bir avantaj sağladığı sivil rejimler” olarak tanımlanıyor.
Özbudun şöyle diyor: “Otoriterizm yönünde gidişin akıbetini belirleyecek en önemli faktörlerden biri, AKP'nin ‘Türk usulü başkanlık sistemi' projesinin başarıya ulaşıp ulaşmamasıdır… Bu gerçekleştiği takdirde, iktidarın bugünkü durumu da aşan ölçüde tek bir kişide toplanacağı, denge ve denetim mekanizmalarının daha da zayıflayacağı, kısacası Türkiye'nin yarışmacı otoriterizm yönünde büyük bir adım daha atacağı kuşkusuzdur.” Özbudun, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gönlünde yatan başkanlık sisteminin, “başkanın kutsal bir misyonun (davanın) sahibi olarak görüldüğü, onu engelleyecek her kurumun da ayak bağı telakki edildiği” modeli çağrıştırdığına dikkat çekiyor. (s.127 – 128)
AKP iktidarının, toplumdan tasvip görmediği için seçim kampanyası sırasında rafa kaldırdığı “Türk usulü başkanlık” projesini seçim zaferinin hemen ardından gündeme getirdiği görülüyor. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan'ın ilk açıklamalarından biri yeni anayasada başkanlık sisteminden geri adım atılmayacağı ve bunun için ciddi çaba harcanacağı oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sözcüsü İbrahim Kalın da, başkanlık sistemi için referandum yapılabilir, diye konuştu. Bu bağlamda HDP içinden yükselen kimi sesler de ilgi uyandırdı. Kars milletvekili ve parti sözcüsü Ayhan Bilgen, CHP'den Gaziantep belediye başkanlığı yapan İstanbul milletvekili Celal Doğan ve AKP kurucularından Mersin milletvekili Dengir Fırat, başkanlık sisteminin “tartışılabileceğini” söylediler. Fırat, “Meksika modeli de tartışılabilir…” dedi. Bu sesler kaçınılmaz olarak AKP ile HDP arasında, “ver eyalet, al başkanlık” türü bir al – ver anlaşması mı pişirilecek sorusunu akla getirdi. Bu arada hatırlatalım: “Seçimli monarşi” olarak nitelenen Meksika'daki başkanlık sisteminin ABD'deki sistemle ilgisi yok. Hemen her konuda tam yetkili başkan, en çok oyu alan adayın seçildiği tek turlu bir seçimle 6 yıllık tek bir dönem için seçiliyor. (Şimdiki başkan Nieto 2012'de yüzde 38 oyla seçildi.) “Türk usulü”nde görev süresi pekala 5 - 6 yıllık birkaç dönem olarak tasarlanabilir. Geçen yazımda, “Benim 1 Kasım'dan çıkardığım sonuç Türkiye'nin ‘seçimli otokrasi'ye doğru bir büyük adım daha attığı” diye yazmıştım. Elbette ki buna (Meksika'dan esinlenerek) “seçimli sultanlık” da diyebiliriz.
Yorum Yap